Yazar: Mehmet Emin Yıldırım Tasarımcı: Ekin Yıldız & Ezgi Selin Karadem

Her ders arasında okulun arka bahçesindeki banklarda kitap okumak, okulun katlanılabilirliğini bir nebze olsun artırıyordu. Hatta bazen dayanma gücü kalmadığında derse girmeyip buralara geldiği de görülürdü. Burası onun için bir kaçış yeriydi; yalnız kalarak enerjisini, kitap okuyarak da beynini doldururdu. Okuma bahçesini havalar soğukken daha çok severdi, çünkü ona göre “İyi gün dostları” bu bahçeyi terk ediyor ve bahçenin tüm sevgisiyle sessizliği ona kalıyordu. Aslında bu düşüncesi sadece bahçe için değildi; mesela kampüsünü, tatil zamanlarında daha fazla ziyaret eder ve kütüphaneye de sınav olmayan zamanlarda giderdi. Ama bu sadakatinin kötü yanları da yok değildi, zaten hassas olan bedeni birazcık soğuk almaya görsün, hemen yatağa düşerdi.

Havalar yine soğumuştu ve bu sayede kimsenin olmayacağı düşüncesinin verdiği sevinçle köşesine gidiyordu, fakat köşesi başka bir kitap kurdu tarafından çoktan kapılmıştı, hem de bu soğuğa rağmen. Bir tarafı yerini kapan bu insana kızarken diğer tarafıysa kendisi gibi bir insanla karşılaşmış olmaktan memnundu. İçindeki bu çelişkiye takılmadan diğer köşeye gitti. Kitabını yer yer soluksuz, yer yer gözleri kargalara takılmış bir şekilde hayal kurmak suretiyle ara vererek okudu, kendisine ayrılan -veya kendi deyişiyle özgür olduğu- süre bitince istemeye istemeye kalkıp sınıfa doğru yola koyuldu. Davetsiz misafirse bu süre boyunca kitabından başını kaldırmamıştı ama kitabını kapatıp onun arkasından yürümeye başladı ve bu, bahçenin müdavimini birden heyecanlandırdı. Aklına hemen okuduğu kitaplardaki benzer durumlar geldi: Beyaz Geceler’deki köprünün üzerindeki yürüyüş, Kuyrukluyıldız Altında Bir İzdivaç… Ve uzun zamandır hissetmediği bir duygu hissetti: Bir insanın adını merak ediyordu. “Şimdi öğrenmenin bir yolu yok” diye düşündü. Öğreninceye kadar kendim bir isim koymalıyım. Ve Nastyenka olmalı. Bu isimden memnun oldu ve gülümseyerek derse gitti.

Daha sonra, tahmin edileceği gibi, her fırsatta o bahçeye gitti ve Nastyenka’yı bekledi. Ertesi hafta aynı saate kadar beklemesi hep boşunaydı. Karşılaşmalarının hafta dönümünde, Nastyenka’yı yine orada kitap okur halde buldu, kendisi yine önceki haftada oturduğu köşede kitabını okudu. Sonra yine ayrıldılar hiç konuşmadan, birbirlerinin peşi sıra okuma bahçelerinden. 

Birkaç hafta bu şekilde geçti, havalar artık kötü gün dostlarının bile dışarıda durmasına izin vermeyecek kadar soğuktu. Her hafta, hava biraz daha soğudukça Nastyenka’yla tanışmak için bir yol aradı, ona ismini sormak için. Kitaplardan okuduğu birçok yol aklıma geldi, onları hayalinde defalarca yaşadı. Kendi hayal gücünü kullanarak yeni yollar da denedi ve en sonunda birinde -ki bu en az hayal gücü gerektireniydi- karar kıldı: Kantinden iki çay aldı, yine her zamanki gibi ikisini de kolayca taşıyabileceğini zanneti ve yine her zamanki gibi elini yaktı. Kendine uzun gelen bir yolculuğun sonunda, içinde bol miktarda şey, kemküm, hıkmık ve mırınkırın bulunduran cümlelerle haftalardır beraber kitap okumalarının dikkatini çektiğini, Nastyenkasının üşümüş olabileceğini (tabi ki ismini söylemeden) ve onun için çay aldığını anlattı. Sonra aralarında iki kitap kurdunun bir araya geldiğinde görülmesi pek tabii olan bir kitap sohbeti başladı. Nastyenkasının okuduğu kitaba bakarken, daha önce kararlaştırdığı gibi Attilâ İlhan’ın dizelerinin yazılı olduğu kağıdı kitabın arasına sıkıştırıverdi: 

ne olur kim olduğunu bilsem pia’nın
ellerini bir tutsam ölsem
böyle uzak uzak seslenmese
ben bir şehre geldiğim vakit
o başka bir şehre gitmese
otelleri bomboş bulmasam
içlenip buzlu bir kadeh gibi

buğulanıp buğulanıp durmasam

Görevini tamamlamasının ardından, heyecanını uzun süre saklayamayacağını bildiği için bir bahane uydurup gitmek istedi. Nastyenka, bundan sonra havanın dışarıda durmaya uygun olmayacağını ve eğer isterse bir sonraki hafta, aynı saatte kütüphanenin kuytu taraflarında veya müşterilerine müzik diktatörlüğü yapmayan bir kafede yeni bir buluşma gerçekleştirmek için kendisine katılabileceğini söyledi. 

Ertesi okuma ritüeline kadar mesajının okunup okunmadığı ve eğer okunduysa Nastyenka’nın nasıl tepki vereceği belirsizliği, bütün bir haftayı azaba dönüştürdü. Kararlaştırdıkları saatte ve yerde birlikte kitap okudular, kitaplar ve edebiyat üzerine genel bir konuşma geçti aralarında. Ayrılık vakti geldiğinde büyük bir hayal kırıklığına uğramıştı: Mesajına bir cevap alamamıştı. Derse doğru yola koyulduğunda alışkanlığı üzerinde elini cebine attı ve bir kağıt buldu. Geçen haftaki mesajının yazılı olduğu kağıttı bu, üstelik arkasına bir mesaj yazılmıştı:

aysel git başımdan ben sana göre değilim
ölümüm birden olacak seziyorum
hem kötüyüm karanlığım biraz çirkinim
aysel git başımdan istemiyorum.

aykırı bir yolcuyum dünya geniş
büyük bir kulak çınlıyor içimdeki
çetrefil yolculuğum kesinleşmiş
sakın başka bir şey getirme aklına
aysel git başımdan ben sana göre değilim
ölümüm birden olacak seziyorum
hem kötüyüm karanlığım biraz çirkinim
aysel git başımdan seni seviyorum

Bir hafta boyunca en güzel cevabı bulabilmek için neredeyse hiç uyumadı; bütün kitaplarını, dergilerini ve notlarını gözden geçirdi. Buluşma günü geldiğinde zor da olsa bir karara varabilmişti. Aralarındaki sessiz anlaşma gereğince konuşmaları süresince bu konudan hiç bahsetmemişler, sadece okudukları kitaplardan ve sevdikleri yazarlardan bahsetmişlerdi. Bir fırsatını bulup daha önceden hazırladığı kağıdı Nastyenka’ya belli etmeden kitabının arasına sakladı:

Aynı hastalığa yakalanmış bulunanlar birbirinin tamamıyla halinden de anlarlar. İşte kendimle karşılaştırmak yoluyla sizdeki parlamaların, sıkıntıların, düzensizliklerin, ümitsizliklerin sebebini keşfediyorum.

Tıp ilminde Homéopathie denilen bir çeşit tedavi usülü vardır ki manası aynı türden ve benzer hastalık demektir. Bu usül hükmünce bir hastalık aynı tür hastalıkla, benzeriyle tedavi edilir. Bizim birbirimize birer tesirli ilaç yerine geçeceğimizi işte bundan anlıyorum.

Sonraki buluşmada büyük bir çelişki yaşıyordu: Bir yanı onunla konuşmasının hiç bitmemesini istiyor, diğer yanıysa bir an önce cevabı okuyabilmek için hemen kalkıp gitmeyi telkin ediyordu. Bu sefer cevabın geleceğinden emindi ve yanılmamıştı:

beni bir gün unutacaksan bir gün bırakıp gideceksen boşuna yorma (derdi) boş yere mağaramdan çıkarma beni alışkanlıklarımı özellikle yalnızlığa alışkanlığımı kaybettirme boşuna tedirgin etme beni

Eğer bu şartları kabul ediyorsan yılbaşı gecesi okuma bahçesinde ol.

Yılbaşı gecesi oraya gitmek için bir an bile tereddüte düşmemişti. Güneşin batmasıyla birlikte buluşma yerine gelmişti. Havanın soğukluğuna geleceğe dair kurduğu düşlerin sıcaklığıyla karşı koymak istedi, zaten düş kurmak hayattaki tüm zorluklarla baş etme yöntemiydi. Fakat üşümemek için gösterdiği çabalar, gece yarısına doğru etkisini tamamen kaybetmişti. Nastyenka’yla ilk kez konuştukları banka oturdu. Soğuktan donmak üzere olan ellerini birkaç dakika sonra hareket ettiremeyeceğini anladığında vakit kaybetmeden önceden hazırlamış olduğu kağıdı yırttı. Yeni kağıt çıkartıp eğri büğrü bir yazıyla bir şiir yazmaya başladı:

Kalbim yine üzgün seni andım da derinden,

Geçtim yine dün eski hazan bahçelerinden!

Üzgün ve kırılmış gibi en ince yerinden,

Geçtim yine dün eski hazan bahçelerinden!

Senden boşalan bağrıma gözyaşları dolmuş,

Gördüm ki yazın bastığımız otları solmuş,

Son demde bu mevsim gibi benzim de kül olmuş,

Geçtim yine dün eski hazan bahçelerinden!

Sabah, yeni yılın ilk ışıklarıyla bir güvenlik görevlisi okulu dolaşıyordu. Bankın üstünde öylece duran birisini görünce ürktü, yavaşça ona yaklaştı. Korktuğu şeyin başına geldiğini anlayınca sunturlu bir küfür savurup kendi kendine “Bi’ Kibritçi Kızımız eksikti” diye söylendi. Yerdeki yırtık kağıtlara gözü takıldı, birisini eline aldı: 

üşümüş ürpermiş soluk
ellerini tutsam pia’nın
ölsem eksiksiz ölürdüm