Gözünü açmıştı. Çevresinin, içinde bulunması gereken veya bulunma ihtimali olan çevrelerden biri olmadığını fark etmişti. Buranın nere olduğunu anlamıştı, bunu anlamasında da zaten bir sıkıntı yoktu, anlayamadığı ve anlamasının da güç olduğu şey buranın nerede olduğuydu. Sessizce doğruldu. Elleri hafiften sızlıyordu. Sanki düşmüştü. İnsan düştüğü zaman elleri çok sızlardı. Halbuki düşecek bir yer de yoktu. Elleri uzun süre bağlı mı kalmıştı. Öyle olsa neden şimdi bağlı değildi. Ne değişmişti ki şu anda elleri bağlı değildi.
Bu çok saçma gelmişti o zaman ama ileride de anlayacağımız gibi saçma bir şey yoktu şu ana kadar ki zamanda. Duruyordu sadece, duruyor olması şaşırtıcı mıydı ki. Zaten uzun süredir duruyordu orada. Zaman bir hayli geçtikten sonra sanki bir şeyleri kavramış gibi ayağa kalktı ve tam bir daire çizemese de yumurtadan daha düzgün bir elips çizer gibi dönüyordu. Acaba yumurtanın elips olduğunu biliyor muydu? Eğer bilmiyorsa ne olacak, daha başka nasıl anlatılabilir ki durum. Zor, temennim o ki yumurtanın elips olduğunu biliyor olsun. Eğer bilmiyorsa da yapması gereken bu işi burada bırakıp daha güzel şeyleri anlamaya çalışmasıydı. Bunları düşünürken o şimdiden sekiz tam bir yarım ve çeyreğin dörtte üçü kadar tur atmıştı bile. Durdu, bekledi ve kafasını ilk defa yerden kaldırdı. Artık her şeyle göz gözeydi. Var olanlarla gördükleri aynı mıydı yoksa o daha farklı şeyler mi görüyordu bilmiyorum ve hiçbir zaman öğrenemeyeceğimi de ilerleyen zamanlarda anlayacaksınız. Etrafı yeşil ve ağaçlık gördüğünü kabul edersek, şaşırmış olmadığından yola çıkarak yeşili ve ormanı bildiğini ve bunda şaşırılacak bir şey olmadığını düşünüyor olmalı, belki de düşünmüyor sadece refleksif olarak zihni tehdit kabul etmiyordu. Yeşil hiç tehdit olur mu ki? Ağaçlardan, ona ve onun dışındakilere zarar gelir mi ki? Şaşırmamış oluşunu sorgulamam acaba başka ihtimallerin varlığının belirtisi miydi? Bu sorular hep var olacak ve belki ilerde bunlara cevap verebileceğiz. Neden sorguladığım da bu şekilde meydana çıkacak. Derken yürümeye başlamamış ama başlayacak ya da başlamalıydı. Başına ne geleceği bilinmiyorken yapılması en tehlikeli şey başına gelecekleri beklemektir. Bilinmeyenler hep ürkütür mü? Acaba; ürktüklerimiz bilmediklerimiz mi yoksa bildiklerimiz mi? Sonunu bilmediğimiz şeylerin sonunun, sonunun kötü bittiğini bildiğimiz şeyler gibi kötü sonlara sahip olmasından mı korkarız. Kötü bildiklerimiz bizi neden korkutuyor, korkularımızla yaşamaya mecbur muyuz? Yok, olması gereken yerde değil, bunu zaten biliyoruz, ama işin tuhafı onu bıraktığım yerde de değil, sıkıntı burada sanırım. Sıkıntılar insanlık tarihi boyunca var olmuş ve olmaya da devam edeceğini bir yerlerden duymuş olmalıydım çünki şu anda bu düşünceler geçiyor aklımdan. Derken onu üç zürafa boyundaki ağaca yaklaşırken gördüm ama çok geçmeden anlayacaktım ki amacı ağaca yaklaşmak değildi. Orda duran ve çok hoş bir görünüme sahip tek bir çiçek duruyordu, çiçekler tek dolaşmazdı, sanırsam bu yalnızlığı seviyor. O da ona doğru ilerliyordu ama eğilip çiçeği alana kadar geçen sürede onun çiçek için değil de üç zürafa boyundaki ağaç için ilerlediğini düşünmek tabi ki de çok doğal. Biz bunlardan bahsederken o çoktan eğilmiş ve çiçeği almıştı ama fazla olmamakla birlikte ona şöyle bir bakıp yerine geri koydu, dikkatlice incelemelerimin ardından kızılacak bir şeyin olmadığını ve çiçeği koparmadığını size bildirmem gerekiyor, nede olsa çiçekler koparılmak için değil koklamak içindir. Peki o bunu nerden biliyordu, acaba biliyor muydu? İnsan hiçbir şey bilmiyorken doğası gereği bu kadar saygılı davranabiliyor muydu diğer canlılara, madem öyle insanın içinden gelenler bugünlerde nereye kaybolmuştu; neden çiçeklerin, ağaçların, kuşların, balıkların yalnızca bazıları kalmıştı geriye. Derken ilerlemeye devam ediyor ve çevresini her şeyi ilk defa görür gibi inceliyordu. Buradan bakınca kafasında birçok sorunun canlandığını anlamak zor değildi, bunda şaşılacak bir şey de yoktu, ne de olsa hepimiz hayatında ilk defa gördüğü şeyler karşısında böyle durumlara düşerdik. Fakat bunlar bahsetmememiz gerekenler arasına girdiğinden dolayı bahsetmeyeceğim.
Hava kararıyordu ve çokça vakit geçmişti, bu süre sarfında onun ne yaptığının pek bir önemi yok, tüm bu süre öyle ya da böyle geçmiş ve bir sona doğru yaklaşmıştı, sonların hep tek türü olmazdı, bu da sonların başka bir türü olacak gibiydi. Bir ateş yanıyordu, ateşin bir kenarına oturmuş düşünüyordu, ne düşündüğü hakkında bir fikrim yoktu. Her şeye rağmen bu uzun gün kendini geceye teslim ederken o da uykunun kollarına bırakmıştı kendini. Gün büsbütün bitiğinde anlatabileceklerim sadece bu kadardı, fazlası da zaten benden beklenemezdi. Sözlerimi yarının; sizin, bizim ve onlar için çok başka bir gün olacakmış gibi geldiğini bildirerek bitiriyorum. Şimdilik son olarak bilmeniz gereken şey benim birçok şeyi tahmin ettiğim ama tahminlerimin birçoğunda yanılgıda olduğumdur.