Korku, bilinmeyen şeylerle karşılaştığımız zaman hissedeceğimiz ilk duygu. Bilinmeyenle, bildiklerimiz arasında duran perdeye uzanmamız gerekirken, bizi geride tutan bu ilkel duyguyu aşabilmenin, sürecin en zor kısmı olduğunu düşünürüz. Ama o eşiği aştıktan sonra perdenin ardında kalan karanlıkta, atacağımız her bir adım için daha fazla cesarete ihtiyacımız olur. Durağan var oluşumuzdaki düzeni değiştirebilecek bilgi kırıntıları karanlığın içinde saklanıyor olabilir ve bu olasılık bizi dehşete düşürür. Bu yüzden karanlık bilinmeyenle, günlük hayatımız arasında duran bu perdeyi genelde görmezden geliriz, tabi karanlıkta bekleyen başka unsurların perdeyi kendi iradeleriyle aralamadığını varsayarak. Nadiren gerçekleşen bu fenomen, bizi bildiğimiz dünyanın dışında kalan şeylerle yüzleşmeye zorlar ve isteyerek veya istemeyerek, kendimizi bilinmeyenin getirdiği değişimle yüzleşirken buluruz, çünkü hayatta kalabilmemiz için bu gerekmektedir. Son bir yılda tüm insanoğlunun ortak olarak vardığı sonuç bu.
Bugün yirmi beşinci doğum günüm. Sizlere geçen yıldan bugüne, insanlığın başına gelen olayları anlatacağım. Haziran ayını hep sevmiştim, açık havanın, güneşli günlerin, güzel anıların zamanı gibi algılıyordum. Doğa, karanlık ve gri kışın getirdiği yükü baharda üzerinden atıp renkleniyor, canlanıyor, ve haziran gelince de huzur verici anaç kimliğine bürünüyordu. Yirmi dördüncü doğum günümün öğle vakitlerinde bu algı değişti. Caddenin rüzgarları yüzüme hafifçe vururken, dallarının arasından sıcak güneş ışınlarının sızdığı ağaçların gölgeleri altında yürüyordum. Bu sırada yolda yürüyen diğer insanların absürd tepkileri dikkatimi çekti. Gözlerini gökyüzüne çeviren insanlar, oraya bakakalıyor ve yüzlerini dehşet kaplıyordu. Ruhumun derinliklerinden alarmlar vererek bana ulaşan korkunç bir içgüdünün de etkisiyle ben de kafamı yukarı çevirdim. O ana kadar temiz, bulutsuz duran mavi kubbede siyah lekeler ortaya çıkmış, tüm gökyüzünü işgal etmişti. Hiçbir anlam veremediğim bu durum, bir süre kafamı meşgul ettikten sonra, ruhuma verdiği ilkel bir güvenlik duygusu ile eve gidip, gelişmeleri orada takip etmeye karar verdim.
İnsanlık günlerce korku içinde gökyüzündeki siyah noktaları konuştu, tartıştı. Haberlerde, gazetelerde, medyada sadece bu konu vardı. Kara cisimler tüm dünyada çözülemeyen bir fenomen olmuştu. Ayrıca yörüngede gezen uydular aracılığıyla bu cisimlerin dünyanın dışında değil, dünyanın atmosferinde yer aldıkları anlaşıldı. Olay uluslararası bir krize dönüştü bir süre, ama günler süren ziyaretlerin, toplantıların, kaosun ardından uluslararası otorite, karanlık kürelerin dünyadaki hiçbir yapının eseri olmadığı sonucuna vardı, tabi bunu onlara ilk günden ben de söyleyebilirdim. Ülkeler, kurumlar ve tüm güç odağı figürler, kaynaklarını ortak bir amaç doğrultusunda kullanacağını açıklayarak karanlık küreleri araştırmaya başladılar. İnsanlar arasındaki düşmanlık, çok daha büyük bir tehditle karşılaşınca birden kesildi. Dini kurumlar olayı kendince yorumladı, markalar fenomen üzerinden prim yaptı, uzman kişiler kendince açıklamalar getirmeye çalışarak nüfuzunu artırmaya çalıştılar, ama insanlığın hayatta kalma içgüdüsü hep üstte kaldı. Tüm dünya, sanki tarihin ondan önceki kısmı önemli değilmiş gibi davrandı, karanlık cisimlerin tarihin sonrasını nasıl değiştirebileceği konuşuldu, daha şüpheci insanlar tarihin sonrasının olup olmayacağını sorguladı. Yazılar yazıldı, müzikler yapıldı, ürünler çıkarıldı, yaz mevsiminin kalan iki ayı bu şekilde geçti. Sonunda karanlık fenomenlerin araştırılması konusunda ilk somut adımlar atılmaya başlandı. Seçilen bir kaç konumda eş zamanlı hareket edildi. Profesyonel ekipler kara cisimlerden gelen sinyalleri yakalamaya çalıştı, antenler çevrildi, gelen verilere göre hesaplar yapıldı. Tabi kara lekeleri incelemek isteyen sadece bilim insanları değildi, görevli olmayan vatandaşlar da kendi imkanları ile araştırma yapıyordu. Belki daha önce de yaşanmıştır düşüncesiyle eski yazmaları karıştıranlar, resim çekenler, telsizlerle iletişim kurmaya çalışanlar vardı, ben de amatör teleskop ile bakıyordum kara cisimlere, toz zerreciği kadar olsa bile herhangi bir şey görme umuduyla. Hatta bazı vatandaşlar karanlık cisimlere uçmak istemişti ama artık böyle hareketlere izin verilmiyordu, yanlış bir hareket ile insanlığın sonunun gelmesini kimse istemiyordu. Ama ne kadar çalışma yapılırsa yapılsın karanlık cisimler hiçbir bilgi vermedi. Ne sıradan vatandaşlara, ne de görevli uzmanlara. Bilim insanlarına gelen veriler çok yabancıydı, okunması, işlenmesi imkansızdı.
En sonunda otoriteler doğrudan temas kurmak için robotlar göndermeye karar verdi. Önceden belirlenmiş noktalardan gönderilen bu robotlar, tüm dünyanın ilgisini çekti. Kurulacak ilk fiziksel teması herkes görmek istiyordu, robotların hazırlanışını ve hareketlerini medya canlı canlı gösterecekti. İlk temas için hazırlanan özel programlarda uzmanlar ve spikerler birlikte olayları yorumluyor, tahminlerde bulunuyordu. Çoğu mekanda insanlar özel olarak toplanmış, olayları birlikte takip etme kararı almışlardı, ne olursa olsun her şeyi birlikte deneyimlemek istiyorlardı. Ben ise tüm olanı evde, televizyondan takip ediyordum. Ve sonunda robot diye gösterdikleri şeyi bir platformun tepesinden uçurmaya başladılar. Robotun, önce araştırma üssünün yapıları arasından süzülüp yükselmesini, sonra arkasındaki şehir silüetini aşmasını seyrettim. Bir süre sonra, robot, mavi gökyüzü ve o gökyüzünün üzerine serpilmiş karanlık lekelerin arasından geçen küçücük siyah bir figür haline geldi. Sonunda, hedeflenen kara cisme yaklaştığında hareket hızının azaldığı ve ilk teması kurmak üzere olduğu bildirildi. Sonra kara cisme daha tam gelmemişken robot bir şeye çarpmış gibi geri çekildi. Bir süre havada asılı kaldıktan sonra bir kaç kez daha cisme yaklaşmayı denedi ama hep görünmez bir şeye çarpıyordu. Bir noktada robot geri çağrıldı ve televizyondaki insanlar neler olduğu konusunda hararetli bir tartışmaya girdi. Ben ise göreceğimi görmüştüm.
Bir kaç hafta sonra insanların bilgi açlığını doyurabilmek ve biraz olsun onları sakinleştirebilmek adına, otoriteler robot ile alınan görüntüleri yayınladı. Bu görüntüler de alınan diğer veriler gibi hiçbir bilgi vermiyordu, ama insanlar üzerinde çok tuhaf bir etki bırakıyordu.. Kara cisimler sanki sonsuzluğa uzanan çukurlar gibi görünüyordu, ve onlara baktıkça bu sonsuz çukurdan hayal gücümüzün sınırlarını zorlayacak kadar korkunç varlıklar fırlayacakmış gibi hissettiriyordu. Görüntüler haftalarca insanların zihinlerinde kaldı. Karanlığın arkasında nelerin saklandığı konusunda fikirler yürütüldü, varsayımlar üretildi. Çalışmalara daha fazla kaynak aktarıldı, daha fazla insan dahil edildi. Dünya kara cisimler üzerine her geçen gün daha fazla yoğunlaşıyordu, ve yoğunlaşmakta haklıydı da. Ama yayınlanan görüntülerdeki o sonsuz karanlık kimsenin zihninden çıkmadı.
Güzün sonuna doğru başka bir fenomen daha yaşanmaya başlandı. Ama bu fenomen kafamızın üzerindeki gökyüzünde değil, gece vakitlerinde, gözlerimizi günlük yaşamımıza kapattığımızda gerçekleşiyordu. Resimlerin gösterilmesinden bir iki ay sonra, insanlar tuhaf kabuslar görmeye başladı. Düş gücümüzün ötesinde unsurlar barındıran bu rüyalarda yoğun olarak uzay, deniz, girdap gibi unsurlar ve hesap yeteneğimizi bertaraf eden boyutlarda, içimizi ilkel korkularla kaplayan başka varlıklar görülüyordu. Bu yoğun kabus dönemi, bir süre daha insanları rahatsız etti. Bazı uzmanlar kabusları toplu histeri olarak yorumlarken, bazıları da bunların genetik hafızamızda uyanan kadim bilgiler olduğunu iddia etti. Bazı iddialara göre ise kara cisimlerden gönderilen anlaşılmaz veriler, bir şekilde görsel sinyaller aracılığıyla insanları etkiliyordu. Otoritelerden yapılan açıklamalara göre, görülen kabuslar sadece olağanüstü bir durumla karşılaştığımız için bilinçaltımızın verdiği bir tepkiydi. Durum ne olursa olsun, insanların ruh hali zamanla çöküyor, merak yerini korkuya bırakıyordu. İnsanlar artık içten içe gökyüzündeki karanlık lekelerin yok olmasını istemeye başlamıştı. İnsanlık, güz mevsimini kafalarının üzerindeki gökyüzünde asılı duran gizemli karanlık noktaların getirdiği korku, paranoya gibi duygu ve düşüncelerle geçirdi.
Kış geçip giderken insanların içine böyle duygular ve düşünceler oturuyor, insanoğlunun merak duygusu yavaşça ortadan kayboluyordu. Bunu medyada, çevremdeki insanlarda, ve özellikle kendimde görüyordum. İşe giderken kesinlikle gökyüzüne bakmıyor, eve dönünce teleskopu kullanmıyordum fakat merak duygum tamamen ortadan kalkmamıştı. Her ne kadar bunu pesimist duygularla yapıyor olsam da haberler üzerinden gelişmeleri takip ediyordum ama haberler de artık pek bir şey göstermiyordu. İnsanlar geceleri rüyalarında yeterince maruz kaldıkları, gündüz de sürekli altında gezdikleri karanlığı, daha fazla konuşmak istemiyorlardı. Sanki yeterince üzerinde konuşmazlarsa, unuturlarsa tüm bu durum kendiliğinden kaybolacaktı. Ama ortada kaybolan bir şey yoktu, kabuslar ise daha fazla yoğunlaşıyordu. Kışın sonunda ise, o korkunç olayın öncesindeki gece son bir kabus daha gördü insanlar. Bu son rüyada insanların egoları, önlerine çıkan o muazzam varlığın karşısında yerle bir edildi, kişilikleri ezildi. İnsanların kafasından asla silinmeyecek bu kabusla geçen gecenin karanlığın, yerini gün ışığına bıraktığında son bir fenomen daha yaşandı. Gökyüzünde ayrı duran siyah lekeler, insanların zihninde bir şekilde birleşmeye başladı. Havadaki konumları belirgin bir şekilde ayrı durmasına karşın, zihinleri insanları bu lekeleri tek bir varlık olarak algılamaya zorluyordu. İnsanlar daha tam bu duruma alışamamışken de, artık birleşmiş bir form olarak kendini gösteren siyah kürenin içinden, geceki kabusların kaynağı olan yaratık çıktı. İnsanlar, bu yeni oluşan bu korkunç duruma tepki bile veremeden, yabancı olağanüstü figür, hiçbir ses veya ışık oyunu olmaksızın iletişim kurmaya, doğrudan insanların zihinlerine konuşmaya başladı. Zihinlere ilettiği cümlesindeki kelimeler, ya algılanamayacak kadar büyük ve ilkel boyutlarda ya da kişilerin bilişsel zekalarında hiç bitmeyecek kaşıntılar yaratacak karmaşıklıktaydı. Siyah lekenin içinden çıkan varlık, yine de bir şekilde insanlara söylemek istediği şeyleri tek bir cümlede söyleyebilmişti ve geldiği kadar hızlı bir şekilde oradan çekilmişti. Mavi gökyüzümüzdeki karanlık leke de böylece ortadan kaybolmuştu.
Bu deneyimi açıklamaya yetecek kadar bilgi birikimim ve yetkinliğim yok, dünya üzerinde bu birikime ve yetkinliğe sahip biri olduğunu da sanmıyorum ama bizlere anlatılan şeyleri bir şekilde söyleyebilmek isteseydim muhtemelen şunu derdim, “Toplum mekanizmanız, evrimsel konumunuz ve zihinsel yapınız daha uzay denen sonsuz boşluğa açılmaya yetecek seviyede değil. Evinizden biraz bile uzaklaştığınız takdirde aklınızın alamayacağı varlıklarla, kavramlarla karşılaşacak, toplu bir çöküş yaşayacaksınız. Bu tek ve son uyarınız, yerinizde kalın ve uzaydaki konumunuzun farkına varın.” Kış mevsimi de insanlar için böyle bitti. Müthiş bir korkunun arkasından gelen tarif edilemez bir umutsuzluk hissi ile. Bahar gelip geçerken insanlar, mavi açık gökyüzünün altında oturdu, tartıştı. Fakat tek bir kişi bile o gün yaşadığı korku ve dehşet duygusunu aşıp karanlık perdenin arkasına bakamadı. Toplumsal yapıda bozulmalar da yaşanmadı, kimse panik yapmadı. Korku, diğer tüm duygu ile düşünceleri bastırdı ve insanlar hep ne yapacaklarını bildikleri günlük hayatlarına geri döndüler. Günlük hayata bu basit kaçışın nedeni bu sefer bilinmeyenin kendisinin getirdiği korku idi. İnsanlık, gerçekten de o karanlık perdenin arkasında ne olduğunu merak edip kendi sorunlarını bir şekilde aşabilmişti, ama perdenin arkasında nelerin bekleyebileceğini öğrendiklerinde daha büyük korkular, insan ruhunu ele geçirmişti.
Yirmi beşinci doğum günüm de gelmişken sadece tek bir dileğim var. Bizim neslimiz zaten bu korkunun üstesinden gelemeyecek ve kendi evlerinde kalmayı sürdürecekler. Bu küre hapishane üzerinde sonumuzun gelmesi, bizlere çok daha tatlı, rahat, sıcacık bir tercih gibi görünüyor. Ama umarım sonraki nesiller, ruhumuza yerleşen bu dehşeti bir şekilde aşarlar ve biraz da olsa o perdenin ardına bakma cesaretini gösterirler. İçimizdeki korkuları aşmaya çalışarak ilerlemek, oturup ölümümüzü beklemekten daha iyi sonuçta.