Yazar: Çağan Oğuzhan Cantürk
Editör: İpek Çakmak
Görsel Tasarımı: Pelin Nur Karabay
Fotoğraf: Çağan Oğuzhan Cantürk

Bu San Pedro, dedi Marina. Bu kaktüsü bir gün kesersen ve içindeki sıvıyı içersen göklerde uçmaya başlarsın. Gülmeye başladık. Bak, dedi, şu bitkinin de toprağında annemin külleri var. Birlikte yaşadığım bu kadının çılgınlığını düşünürken bir yandan tepkimi gizlemek zorundayım. “Hımm, öyle mi…” diye geçiştirdim. Bana heyecanıyla yepyeni şeyler öğrettiğinden mi, Türkiye’de kalmış birilerini hatırlattığından mı, seviyorum bu kadını. Barcelona’nın çiçekli balkonlu binalarının iç içe geçtiği, bina boşluklarından ara ara komşuları izleyebildiğim bir mahallede; tam da o çiçekli, kaktüslü balkonlardan birindeydim. Ben bu evde yaşıyorum, diye hatırlatıyorum kendime. Nina sürekli ellerimi yalamaya çalışıyor, ben onu yaladığımdaysa mırıldana mırıldana kaçıyor. Burnu ıslak. Eğer üstündeyken böyle mırıl mırıl bir ses çıkarıyorsa seninle rahat ediyor demektir, demişti Marina. Bu kedinin bana olan ilgisini anlayabilmiş değilim. Göbeklerimiz birbirine değiyor, sıra sıra nefes alıyoruz. Benim nefesimle, vücudu bir yukarı bir aşağı hareket ediyor.

Odamın içinde izlediğim bir İspanyol dizisinden esinlenilmiş Salvador Dali maskesi var. Koyacak yer bulamayıp, su bidonuma bağlamışım. Bu maskeyi Sitges Karnavalı’na gitmeden önce almıştım. İnsanların maskeler takıp, kostümler giyerek gittikleri, inanılmaz enerjileriyle dans ettikleri karnaval… Sahi, bir de bu insanlara tembel derler. Eğlenmeye geldiğinde, ne kadar da enerjik oluyorlar. Su bidonumun arkasında yeşilli siyahlı bir şapka var. Üstünde ‘ST Patrick’s Weekend’ yazıyor. Geçen perşembeydi galiba bu şapkayı çaldığımda. Gerçi çaldım mı yoksa zaten bana hediye mi ettiler bilmiyorum. Soracaktım, sorarsam belki geri alırlar diye gizli gizli çıktım bardan. İrlanda barlarında  kutlanan bir günmüş Patrick Day. Herkes böyle yeşil yeşil kıyafetler giyer, şapkalarını takar, biralarını yudumlarmış. Ben de oradaydım.

Dönüş yolunda ‘yukarı bakma’ diyor yanımdaki kız. Bu köprüyü inşa eden köprünün altına bir kurukafa yerleştirmiş. Eğer o kurukafayı görürsen hayatın boyunca uğursuzluklarla mücadele edersin, diyor. Barcelona’nın Gothic mahallesinde şu meşhur şaşaalı katedralle yanındaki binayı ayıran küçük bir köprü bu. Altından geçiyoruz. Ulan söylenir mi bu, nasıl bakmak istiyorum yukarı doğru.

Rengarenk bir şehir burası, bir köşesinde yıllar öncesinden kalan gotik tasarımlarıyla, bir köşesinde Gaudi’nin modernizm binalarıyla. İnşası asla bitmeyen La Sagrada Familia’sıyla. Her gece çıkıp eğlenebileceğin gece kulüpleriyle. Birbirinden farklı insanları ve o kadar farklı hayatlarıyla. Barcelona burası. Hem tarihî, hem eğlenceli, hem de bazen acımasız. İstanbul da böyle değil miydi hem? Alkol almışsın gibi hislerini daha fazla hissetmene sebep olan bir şehir. Şehrinse umrunda değilsin, o yine dopdolu hayatlarıyla Barcelona olmaya devam edecek.

Bir gün canım sıkkındı, hem kalacak yer bulamamıştım, hem birilerini çoktan çok özlemiştim. Ulan ne bok yemeye burdayım, diye iç geçiriyordum. Kulağımda kulaklık… Gracia’da köşeyi döner dönmez yeni bir şarkı başladı kulaklarımda. MFÖ’nün şu “Süpermen” şarkısı. Tam da girdiğim sokakta o kadar canlı bir ortam var ki. İnsanlar mutlular, konuşuyorlar; binalar, dükkanlar ışıl ışıl… O andı galiba, “İşte aradığım şehir…”

İki ay olacak yakında geleli, artık bir yabancı gibi değil, yıllardır burada yaşayan biri gibi hissediyorum. Her köşesinde kendine dair bir şey bulabileceğin bu şehrin sokakları kaç bin adım attığımı bana hep unutturuyor. 

Geçen gün Barcelona-Galatasaray maçına gittim. Eh, tamam stad güzel de, bu ne sessiz bir atmosfer. Oyunda da gol yok. Sanki Türkiye ikinci lig maçlarından birini seyrediyorum. Türkiye’de taraftar öyle mi? Avniaker’de kale arkasında meşaleden, sesten maçı izleyemez olurdum.

Maçın ertesi sabahı markete gidecektim. Buzdolabı boşalmış. Evimizde bir pazar arabası var, markete giderken, girişte bunu kilitlemek gerekiyor. Eh 50 cent yazıyordu, ben de vermek istemedim. Akıllıyım ya, koydum alışveriş arabasının içine pazar arabasını, dolaşıyorum markette. Herkes de bana bakıyor yan gözle. Ne sanki hiç mi bu kadar düşünemediniz bunu yapmayı. Meğer o 50 centi pazar arabanı alırken geri alıyormuşsun. Bunu da sonradan öğrendim. 

Temmuza kadar buradayım daha, bir an önce havalar ısınsın kendimi kumsallara atayım. Çatır çatır yanayım, Akdeniz’ime gireyim istiyorum. E telefonumu, cüzdanımı ne yapacağım, diye bir düşünmedim değil denize giderken. Çalarlar malum. Hepsini evde bırakacağım. Boynumda evin anahtarı, terliklerimle şap şap yürüyeceğim denize doğru.