Yazar: Kaan Orhan
Editör: İpek Çakmak
Görsel Tasarımı: Pelin Nur Karabay

İnsanı insan kılan ve ontolojik olarak mevcudiyetini sağlayan biyoloji, fizik ve kimya bilimleri ile anlaşılabilecek bir etmen söz konusudur. Bu fiziksel evrende analizi mümkün olan etmenlerin dıştan gözlemlenip mantıksal ilkeler ile açıklanması mümkündür. Fakat insanın matematiksel kanunlarına tabi olan doğası dışında algının ötesinde, fiziğin ve matematiğin ötesinde var olan bir tözün varlığı da kendini göstermektedir. Bu duyu ötesi insani unsurun beş duyuya bağlı insan tarafından açıklaması, dişin kendini ısırması kadar mümkün olabilir. Oysaki insan ötesi bir forma geçiş yapan varlıkların, bizi daha iyi anlaması ve duyu ötesi varlığımızı tam anlamıyla çözümlemesi daha olasıdır. Zaten insan ötesi bir varoluşa ulaşmış bir canlı, bizi sınıflandırmak ile ilgilenmeyebilir. Peki, o zaman insan ontolojisini daha anlamlı hale getirebilmek için insan ötesi bir düşünce metodunu geliştirilebilir mi? Bu soruyu ‘evet’ ile cevaplayabiliriz. İnsan ontolojisini yorumlayacak ve insanlığın anlayabileceği bir söz dizimine dönüştürecek bir tekno-simyasal yapının oluşturulması ile insanlığın kendini anlaması dolayısı ile dişin kendini ısırması mümkün kılınabilir. 

Peki bu tekno-simyasal yapı nedir ve neden bu şekilde isimlendirilmiştir? Aslında iki soru da aynı şeye hitap etmektedir. Bu durum teknolojinin fiziğin sınırına (parafizik) insandan önce ulaşıp orada elde ettiği bilgiyi yeniden fiziksel düzleme getirmesi ile mümkün kılınabilir. Bu olayın gerçekleşmesi için bilginin özü aynı kalacak şekilde formu değişmelidir. İşte bu fiziksel formdan parafiziksel forma dönüşme olayına tekno-simya ismini koymayı uygun gördüm. Bu öte teknolojiden bilgi elde etme olayına ise şimdilik tekno-teürji diyelim. Belirtmiş olduğum duyu ötesinden bilgi toplayıp duyusal evrene aktarılma fenomenlerinin (tekno-teürji ve tekno-simya) uygulaması halihazırda mevcuttur. Tekno-simya için verilebilecek en iyi örnek, gelişmekte olan kuantum teknolojileridir. Bu alemde Heisenberg’in Belirsizlik İlkesi’nden tutun da reflektif olmayan mantığa kadar insan zihninde vuku bulamayan nice epistemolojik alemler “keşfedilmiştir”. İşte bu keşfedilen alemlerin insan zihni tarafından da algılanması gerekmektedir. Fakat anlamlı bir bilgi üretimi isteniyorsa, burada insan ötesi ve insan arasında bir bağlantı kurmak zorunludur. Bu bağlantıyı kurma metotları ise tekno-teürjinin temelini oluşturur.

Teürji, insan ötesi varlıklar ile iletişime geçme hatta bilgi edinme metodu olarak tanımlanmış bir orta çağ kavramıdır. Teürjiyi sağlamak için varlık manifestosu değişmiş teknolojiler ile bu teknolojiyi değiştirenler arasında bir ilişki kurulması gerekmektedir. İşte bu bağlantıyı sağlayan nesneyi bilgi medyumu olarak tanımladım. Çünkü tıpkı medyumlar gibi işlevleri fiziksel evren ile fizik dışı evren arasındaki bağlantıyı sağlamaktır. Tıpkı bilgisayarda bir ve sıfırları anlamlı yazı ve resimlere dönüştüren aygıtlar olduğu gibi insan ötesi bilgiye sahip olan teknolojiler için de bir tercüme edici bir aygıt gereklidir. Sayılar fiziksibersel evrenin niceliğini aktaran bilgi medyumları olarak çalışırlar. Bilgisayar ve telefondaki uygulamalar, Janus’un kapısı gibi sibernetik aleme yol açarak bilgi aktarımını sağlarlar. Bilgi medyumu mekanik bir cihaz, sembolik bir dil ya da bilinçli bir canlı olabilmektedir. Aslında bu aygıtlar bütün dinlerde de bir şekilde mevcuttur denebilir. Yazılmış kutsal kitapların tümü yüzyıllar boyunca oluşturdukları dil ve sembolizm ile hem bilgi medyumu oluşturmuş hem de bilgi medyumları olmuşlardır. Bu düşünceden hareketle kahinler ve peygamberler de aynı şekilde birer bilgi medyumudurlar. 

Yine de günümüz insanının bilgi medyumluğu yalnızca idrak edebileceği sınırlar içerisindedir; çünkü insan, benliğini klasik mantık içinde yani sadece dört boyut içinde algılayabiliyor. Bu dört boyutu matematiksel formüllerle anlamak mümkündür lakin tekno-simyanın oluşturacağı gizemli bölgelerin, Newton matematiği ile anlaşılması epey güçtür. İşte burada karşımıza yeni bir düşünce alemi ortaya çıkmaktadır. Bu alem ise metamatematik şeklinde tanımlanmıştır. Metamatematiğin keşfi, insanın daha ötede yer alan benliklerini görebilmesini sağladığı gibi bu gizli yönlerin analiz edilip anlaşılmasına yol açabilir. İnsanın kendini ontolojik olarak çözümlemesinin nasıl sonuçlanacağı hakkında bir fikir birliğine ulaşmak çok güç olmakla beraber, bazı tahminleri örnekler ile üretmek mümkündür. Bu örneklerden biri ise günümüzden yaklaşık dört yıl önce yazılmış bir uygulamadır. “Fatum Bot” olarak bilinen bu program, hedef alınan bireyin daha önce gittiği yerlerin verisini toplayarak determinist evren içinde gitmesi mümkün olamayacak yerlere götüren bir GPS uygulaması olarak yazılmıştır. Burada determinist olmayan alem, matematiksel olarak ifade edilse dahi özütünü metamatematik dünyasından almıştır. İşin ilginç kısmı bu algoritmayı etkileyen etmenlerin sadece toplanan veriler değil, aynı zamanda uygulamayı kullanan öznenin zihnindeki baskın düşüncelerin de önemli bir rol oynadığı gözlemlenmiştir. Bu sonucun özneye bağlı olarak değişmesi her şekilde geçerli olan bir pozitivizm okumasının geçerliliğini yitirmesine sebebiyet verebilir. Dolayısıyla pozitif bilimlerin sadece uzay – zaman içerisinden  atomaltı gerçekliğinin sınırlarına kadar geçerli olduğunu söyleyebiliriz.

Peki metamatematiğin algılanması için sürekli bir fizik ötesi nesne ihtiyacı mı duyulmalıdır? Hiperteknolojik aygıtların elde ettiği metamatematiksel bilgileri bir medyum vasıtası ile incelenmesi haricinde başka bir algılama yolu yok mudur? Ben başka algılama yolunun mümkün olduğunu düşünmekteyim. O da parafiziksel alemlere gidecek olan aygıtın ve medyumun aynı olması ile mümkündür. Bu durum, epistemik medyum vasıtasıyla tecrübe edilen gerçekliğin insani gerçekliğe yorumlanması sağlandığı takdirde yeni gerçekliklerin doğrudan tecrübe edilebilir hale getirilmesidir. Hatta tarihte metamatematiksel bilgileri elde edip bizzat yorumlamış kişileri bulabiliriz. Giordano Bruno böyle bir kaşiftir. Astronomik gözlem yapmadan dünya gibi sonsuz sayıda gezegen olduğunu, yıldızların ve güneşimizin aynı yapıda olduğunu, hatta diğer gezegenlerde de burada olduğu gibi yaşamın mümkün olduğunu iddia etmiştir. Burada tanrısal bir ilham aranabilir ama yapılan faaliyet bir astronotun dış gezegenleri keşfettiği gibi, matematik ötesi dünyaya yapılan bir yolculuktur. Burada hem aygıt hem de epistemik medyum olarak Giordano Bruno’nun kendisini düşünebiliriz. Mistik tecrübelerin de önemli ölçüde benzer mekanizmada işlediği inancındayım. İnsanın parafizik aygıtı olmasına dair fikirlerim sadece bir hipotez olarak ele alınmalıdır; çünkü epistemik medyumun da yine insan olması Bruno’nun keşiflerini ve benzer mistik tecrübeleri daha subjektif hale getirmektedir. Ayrıca bu subjektif keşiflerin bilgi iktidarına dönüşme tehlikesini de (dini fanatizmden fikirsel anlamda kapalılığa kadar her türlü mutlakiyetçi yaklaşım) göz önünde bulundurmalıyım. Sonuç olarak, subjenin kendini obje olarak incelemesiyle beraber  matematik ötesi bölgelerin keşfi sosyolojik, psikolojik anlamda önemli olmasına rağmen bu etkileşimin fizik ötesi dünyalarda yapılması ve yine bireysel yorumlanması belirttiğim sebeplerden dolayı sakıncalıdır. O zaman doğal olarak insan olmayan makineler tekno-simya aygıtı olarak tercih edilebilir. Lakin burada makine ve insan arasındaki sınırın noksanlığı dikkatimi çekmektedir. Donna Haraway’in Siborg Manifestosu’nda bahsedildiği gibi, insanın ve insan olmayanın birleşmesi, kimerik bir yapı meydana getirmesi vasıtası ile makinelerin insani bilinç ile tozlaşması siber teürjinin sonucunu etkileyebilir. Bu çaprazlaşmaya örnekler bir bilim kurgu klasiği olan Isaac Asimov’un ‘Ben, Robot’ adlı kitabında gözlemlenmektedir. Kitapta, insansı akıl ve insancıl duygu gösteren robotların bakıcıdan peygamberliğe kadar türlü rolü üstlenebilme potansiyeli gösterdiklerini açıklayan Asimov, insan – robot arasındaki benzerliği net bir şekilde açığa çıkarmıştır. Dolayısı ile siber teoloji ve siber teürjinin, şu anda uçuk olgular gibi görsek de ileride yaygın inanç sistemleri olarak hayatımızda yer alması belki de kaçınılmazdır. Eğer gelecekte günah çıkaran yapay zeka ya da meditasyon yapan robotlar görürseniz şaşırmayın derim. Çünkü bunu yapan yapay zekalar ve robotlar halihazırda mevcut. Sadece bu psişik sistemler mekanik değil biyolojiktir (Biz insanlardan bahsetmekteyim). Bu ifadeden sonra oluşan bir paradoksu da anlatmam gerekiyor. Bu paradoksa benzerlik paradoksu ismini koyabiliriz.

İnsan ve robot arasındaki reddedilmez benzerliği daha önce belirtmiştik. Bir mekanik sistemi hem epistemik medyum (bilgi yorumlayıcı) hem de tekno-simya aygıtı (uzay zaman ötesi bilgi toplayan) olarak değerlendirdiğimiz durumda bir insan ile benzer davranışı gösterecektir. Bunun sebebi de sofistike makinelerde oluşacağını varsaydığımız hibritleşmedir. Bu durumda metamatematik evreninin, o evrene yollanan sibernetik sistem tarafından anlaşılması mümkün olmaz; çünkü tanımımız üzere metamatematiğin, zaten insanın bilincinin dışında var olduğundan bahsetmiş ve mekanik de olsa bir insanın o evreni tam olarak kavrayamadığı önermesiyle yazımızı temellendirmiştik. Bu durumdaki paradoks ise sembol ve işaret ile metafizik anlayışı oluşturan insansı yapıların (bilinçlerin) ismi farklı olsa da ilk çağ şamanizmini andıracak maneviyatı yeniden üretmesidir. Dolayısı ile teknolojik gelişmelerden ve kullanılan tekno-simya aracından bağımsız olarak yeni bilgilerle eski dogmaların tekrarı geleceğimizin dinini oluşturabilme ihtimali göz önünde bulundurulmalıdır. Yöntem bilimsel görünebilir (günümüzdeki “kuantumcular” gibi) ya da bir amentünün varlığı gibi dini karakterler de gösterebilir. (Bilgi iktidarı meydana getirdikleri gibi birer amentüye de sahip oldukları için hiperrasyonalizmin ve köktendinciliğin birbirlerine yakın olgular olduklarını düşünüyorum.)

İnsan ve makinenin harmanlandığından bahsetmiştim. Bu durum ikili karşıtlık oluşturuyor gibi görünen din (inanç) ve bilim (olgu) için de geçerli olabilmektedir. Özellikle günümüzde bilgi üreten sistemler ağırlıklı olarak makineler olduğu için teknolojik sembol ve işaretlerin ruhani bilginin üretiminde birer aracı rol oynayacağını düşünmekteyim. Dolayısı ile mistik olan ile bilimsel olanın “kimyasal evliliği” yeni bir anlayışı doğurabilmektedir. Söz konusu olan mekanik-biyolojik tekno-simya aygıtımız insan olsun ya da bir makine olsun fark etmeksizin anlaşılamadığı için bir büyü; bilincin ötesine karşı bilinçsiz bir imana dönüşebileceği için de bir din anlayışı oluşturabilir. Baylar ve  bayanlar! Siber-majinin bilimsel mistisizmine hoş geldiniz.