Yazar: Alperen Ergin
Editör: İpek Çakmak
Çizim: Alperen ergin

Sicim

Bir varmış

Bir yokmuş

Zaman, iki ucu bağlı ipmiş

Sicim gerilmiş, sicim gerilmiş

Büküle büküle zaman

Mekâna serilmiş

Bir varmış

Bir yokmuş

Doğa, sonsuz bir ruhmuş

Sicim çekilmiş, sicim çekilmiş

Tükene tükene insan

Kente sıkışmış

Yedikule nam diyarda

Yedi zindan bulunmuş

Zindan derinmiş

Zindan derinmiş

Zindanın dibinde hasta insanat yaşarmış

Bir sarmaşık parmaklığı sarmış

Sarmaşık taşı delmiş

Zaman akmış, zaman akmış

Kuyuya dolan zaman

İnsanatı bahçeye atmış

Bahçede bir ruh, unutulmuş

Ruh, insanata dolmuş

Sicim gerilmiş

Sicim çekilmiş

Zindan derinmiş

Zaman akmış

İnsan,

Her nasılsa

Hatırlamış…

Şehir

Bir varmış,

Bir yokmuş…

İnsan kendini unutmuş!

Doğayla türlü hallere girer olmuş.

Canlılar arasından bir kavim

Toplanıp bir şehir kurmuş

Şehrin kara büyüsü sarmış kavmi,

Şehrin ilk kurucuları öldükçe

Dağlara ve tepelere gömülmüşler

Ama büyümüyormuş yeni doğanlar

Şehrin kadınları doğanları doyurmaya seferber olmuş

Kah dereleri kurutmuş, içmeye doyamamış

Kah dağları delmiş, yemeye doyamamış

Yeni doğanlara bir isim bulmuşlar:

Unutanlar…

Kurucular öldükçe unutanlar çoğalmış

Günler geçtikçe unutanlar

Daha çok acıkmaya başlamış

Yedikçe iştahları artmış,

İçtikçe susamış

Eme eme kurutmuş unutanlar

Kadınların süt veren memelerini

Unutanlar süt veren her memeye tahakküm kurmuş

Bunlar bebek değillermiş

Bebek şımarıklığında yetişkinler

Takım elbise giyip meme emiyorlarmış,

Sütten kesildikçe hayvanları emmişler

Hayvanlar tükendikçe toprağı

Ah, tüketmeyi ne sevmiş unutanlar

Güneşi emmeye başlamışlar,

Emdikçe gökyüzü delinmiş,

Hareketi emmeye koyulmuşlar

Hızlarına kimse yetişemez olmuş

Ve iklimi emmişler, yağmuru ve karı

Sıcağı ve nemi iki dudakları arasında tüketmişler

İşte emecek şeyler azaldıkça

Zamanı emmeye koyulmuşlar

Hareketten ve iklimden damıtıp zamanı

Zamanı emmenin yolunu bulmuşlar.

Hoşlarına gitmeyen şeyleri kulübelerde toplamışlar;

Sütten kesilmiş kadınları

Kendilerinden sonra doğanları,

Emilmeyecek hayvanları,

Lezzetsiz otları,

Kötü havaları,

Uğursuz dereleri,

Güzel kokmayan çiçekleri,

İçilemeyen suları,

Görmek istemedikleri rüyaları

Yaşamadıkları geçmişi

Düşünmeye korktukları geleceği

Anlamadıkları böcekleri

Dilleri dönmeyen tekerlemeleri

İçinde emmek geçmeyen masalları

Sevgiye dair hikayeleri

Bilhassa vicdan duygusunu

Duyguyu anlamaya dair önseziyi

Fayda dışında kalan sebepleri

Matematik ve finans dışında bilimleri

Tıbbı değil ama veterinerliği

Eczacılığı değil ama şifacılığı

Taşlar arasında biten çiçekleri

Kayayı delen incirleri

Gündüz gezen salyangozları

Gece öten kuşları

Görürlerse başıboş sıçanları

Görmeseler bile tıstanları

Ağacın diplerinden mantarları

Dallarından ökse otlarını

Göç eden kuşları

Göç edemeyip çok öten kuşları

Çok ötmeyip bacaya yuva yapanları

Yani unutanlar

Hatırlamaya dair ne varsa derleyip dirleyip

Beton kulübelerde toplamışlar

Her birine isim koymaktan da geri durmamışlar;

Huzurevleri, sığınma evleri

Yetimhane, hapishane, hastane

Barınak, çilehane

Lezzetsiz otlar merkezi

Uğursuz dereler lokali

Düşünülmemesi gereken gelecek yuvası

Görülmemesi makbul rüyalar rehabilitasyon merkezi

İçinde emmek geçmeyen masallara emmeyi ekleme kulübü

Vicdan denen bir duyguya dair oda (sakın girme!)

Öteki ve pek lüzumsuz bilimler enstitüsü

Asi bitkiler terapi serası

Ötekinin sevgi yuvası, (sevginin yanında parantez içinde ünlem)

Kendilerini işte böyle ikna etmişler

Kurucuların şehri onlar için kurduğuna

Demişler hem emebiliyorsak

Emmek bizim doğamızdır

Emebildiğimiz için emmeliyiz

Ve bizi yalnız

Emmek kurtaracak!

Çocuk

Bir varmış bir yok-

Paaaat!!

-muş!

Daldan bir elma

Güüm!!

düşmüş!

Düşen elma bölmüş rüyasını

Ağaç dibinde kıvrılıp yatan çocuğun

Ne zamandır uyuyor bilmeden,

Buraya nasıl geldi anlamadan

Mahmur gözlerini ovalamış.

Bakmış yüceler yücesi bir ağaç

Ağaç elma ağacı değil

Bakmış sulu bir elma dibinde

Bir kuşun işi olacak

Gaak!

belki de!

Bölünen rüyasını, dalmış düşünmeye

Rüya değil de sanki hatırına gelen anılar

Yaşanmamış geçmişten fragmanlar

Düşünmüş durmuş yaşanmamış uzak geçmişleri

Ama o geçmişler yaşanmışçasına derinde

Aklına geleni geldiği gibi çizmeye başlamış yere

Dört ayağı tutan bir gövde

İki düğme göz bir pembe burun tüylü bir kuyruk

Çocuk yere bir kedi çizmiş

Baharın esen cinsten kokulu rüzgarlar esmiş

h  u   u    u    u   f    f       f            f…..

Çizgiden çıkmış kedi

Çocuk gözlerine inanamamış bir kedi

Resim değil oyuncak değil

Kanlı canlı bir kedi

Üstündeki toz topraktan rahatsız olan kedi

Başlamış bir şevkle yalanmaya

Rengi gittikçe açılmış, tüyleri parlamış

Yalanan kedi çocuğun kucağına dolanmış

Bir his sarmış çocuğu

 m  i   u   v…

Duygu yüreğine dolanageçmiş

Sanki çocukla kediye

Zaman bir çeşit düğüm atmış

Çocuk “hatırlamaya” başlamış

Gerçekle daha gerçeği birer birer

Çizgiden çıkan kedi yüreğine

Zamanı delen bir kök atmış

Hissedip inanmış ki çocuk

Bu kökün peşinden gezebilir her yeri

İklimlerde ve coğrafyalarda

Sicim gibidir zaman onda

Yakaladığı yerden tutup

Başka bir zamana dolanır.

Dana

Bir varmış

Dandini dandini dastana

Bir yokmuş

Danalar girmiş bostana

Bir varmış

Kov bostancı danayı

Bir yokmuş

Yemesin lahanayı

Bir ses duymuş dana

Pencerelerden ve balkonlardan ve sokaklardan yükselen bir ses

“DANA BOSTANDAA DANA BOSTANDA!”

Bostan nedir bilmez dana yeşilliği görünce atlamış oysa

Danaya göre bu yerdir

Bu da yerde biten ottur

Yerden biten otu onu gören yer

İşte bu inekler kanunudur!

Üstelik uçsuz bucaksız bu yaylalarda

Herkese yetecek ot var

Ne bu gürültü tantana

Bakmış birisi ona doğru koşarak geliyor

Anlaşılan çok dostane değil,

Her dana bilmelidir:

Tehlike görürsen anneni bulman gerekir!

Buraya nasıl girdiğini unutan dana

Başlamış deli gibi koşmaya

O kaçtıkça bostancı kovalamış

Kovalamaca günlere uzamış

Günler sonra yorulan dana bir araya sıvışmış

Önüne koca surlar arasında aralık bir kapı çıkmış

Masal bu ya unutmuş şövalyeler, çeriler altın kapıyı o gün kapatmayı

Korkudan ayakları titreyen dana yorgunluktan yaslanmış kapıya

Kapı iyice açılmış

Bostancının sesini duyan dana kendini

Kapıdan içeri atmış

Yorgunluktan çok dayanamamış bayılmış

Gözlerini açtığında üstünde en güzel şilteler

En yumuşak yorganlar

Taş duvarlardaki pencereler kalın perdelerle

örtülü

Başında türlü hizmetçiler

Sultan dananın kalkmasını bekliyormuş

Uyanınca ürkmüş korkmuş

“mööö!”

Hemen en gevrek lahanaları marulları servis

etmişler sultan danaya

Dana yemeye çekinmiş, ürkmüş

Möööö!

Hemen en serin suları en leziz şerbetleri servis etmişler sultan danaya

Ve hizmetkarlar açıklamışlar durumu sultana

Kim ki geçer altın kapıdan

Kent onun hükmüne girer

Yalnız ol vakte kadar insandan başkası geçmediği için

Kapının hükmü hep insanataydı

Ve insanatın hüküm sürdüğü tabiata

Oysa dana tabiatın bir evladı

Artık onun emrinde tabiatta

Yani iklim ve coğrafya girmiş dananın emrine

Ve tüm bunlarla birlikte zaman

Artık canlı cansız her mahlukatın sultanı dana!

Çocuk

Bir varmış bir yokmuş

Çocuk zamana dokunmuş

Parmak uçlarında hayat

Gözlerinde ışık

Fark etmiş ki çocuk, toprağın altı hareket

Patara pat küm! Hoffff! şır DOMMM!

Yekpare yaşayan bir hücreymiş yerküre

Yürürken attığın adımlardan haberi olur ağaçların

Kıvrılmış yere çocuk

Çocuğun karnına kedi

Kedi tüyü çocuğa sürmüş

Delinmiş çocuğun yüreği

Yürekten zaman fışkırmış

Geçmiş, ve hatta tabiidir gelecek, saçılmış

Saçılan zamanla yaşamaya başlamış duvarlar

Bir taraftan yapılırken bir taraftan yıkılmış

Duvarın üstünde bir gedik

Gedikten geçmiş çocuk

Bir tünelin ağzında ölü yapraklar kervanı

Yapraklarca derine inmiş çocuk

Yapraklar gittikçe çocuk inmiş

Mağaranın en derin yerine gelmiş

Durmuş dinlemiş ki altında akan ırmakların uğultusu

Yanı başında kuyuların yankısı

Ve GÜM!

Sarsıntı ve sarsıntılar

Üstünde unutanların ayakları

Tekerlekler yaşamı emerek dönüyor

Unutanlar kendilerine emzik arıyor

Yapraklar kervanı gözden kaybolmuş

Bir yol ağzı mağaranın derininde

İzlerde kokular ve hatıralar

Biri bahar kokuyor ve biraz çiçek ölüsü

Birinin sesinde yaşama arzusu

Birinin tadında bir üzüntü

Birinin şarkısı bir günlük

Birinin meyveleri toplanır

Birinden birler biri

Yollar bir ağ yer altında

Ve hepsi buradan geçiyor

Taş üstünde bir not yazıyor

Baruch’un tanrısı varsa

Mabedine buradan gidilir

Kedi

Bir varmış

Varlıklar zamana dikişle bağlıymış

Bir yokmuş

Yokluklardan mekân doğmuş

Bir küçük ala kedi oyuna tutuşmuş

Tutuşmuş ya ne oyun

Yumuşak yastıklar arasından sızar olmuş geçmiş

Geçmişle gelen hülyalar şimdiye gark olmuş

Şimdilikte geçmiş bir oyunluk yer bulmuş

Aman kuşlar gelmiş kedinin aklına alaca boz kuşlar

Kumrular serçeler güvercinler

Yastıkların sıcağında geçmişin masalında

Ol kedi uyuyadurmuş

Uykusunda aman bir kara sakallı kara gözlü gulyabani

Elinde bir fener hatırla deyip duruyormuş

Betonun altı topraktır

Hatırla

Papatyalar biter zemheriden sonra

Servi kozalak döker

Çınar tüy saçar

Serviyi de çınarı da hatırla

Bu köpektir havlar bu koyundur meler

Bu horozdur sabaha karşı öter

Kumruyu da kargayı da hatırla

Panik olmuş küçük ala kedi

Neyi hatırladığını unutmuş

Nasıl hatırlasın nereden görmüş?

Bir cam önü safasında pencereye konan

Tombul semiz güvercinlerden başka

Demiş hatırla doğa sendedir

Senin olmayan uzak geçmişlerdedir

Bir kuş tüyü vermiş kediye gulyabani

Ne zaman doğaya kaçacak olsan

Hatırla

Kedi tüyü saksıya dikmiş

Tüy olmuş saksıda çiçek

Kedi tüye kemik vermiş

Tüy olmuş bahçede köpek

Kedi tüyü bahçeye ekmiş

Tüy olmuş bahçede marul

Kedi tüyü rüzgâra tutmuş

Tüy olmuş yağmur

Kedi tüyü betona sürtmüş

Tüy çamur

Fark etmiş ki tabiat kalbinde bir oda

Odanın içi sıla

Kedi tüyü sılaya sürmüş

Sıla olmuş bahçe

Bahçeye açılmış bir delik

Delikten dökülmüş zaman

Yastıkta yatan geçmiş

Geleceğe doğru gerinmiş

Şimdinin belası bu şimdilerde

Geçmiş gelecekten de uzak

Zaman aslında zaman

Her derdimize sürülecek merhem

Kedi masalında kedi rüyası

Dinleyenler insan

Ben kediyi öperim ne için

Kedide bulurum tabiat

Kedi öper beni ne için

Koltukta kedidir tabiat.

Mantar

Bir varmış

Bir yokmuş

Miselrizom hanlığı mağarasına

Sultandan bir ulak gelmiş

Ulak demiş sultandan fungiler hanına

Selam ve spor getirdim

Sultan buyurdu ki bundan sonra

Daldan yere düşen

Yer altında gövdesinden ayrılan

Ol yaşamlılığını tüketen ne varsa

Mantarlara tımar verilmiştir

Yalnız bundan sonra mantarlar

Islak karanlığın kimseleri olacaktır

Aydınlığı alem-i nebata,

Gök kubbeyi alem-i hayvanata…

Kendileri zamana kollarını sarıp

Alem-i hayalin müdafileri olacaktır

Nasıl dikişle bağlıysa neşe ve arzu tabiata

Fungi diyarı da sonluluğu öyle saracaktır!

Ölümün doğurduğunun ölmesi kadar tabii

Canlılığın inşa ettiğinin yıkılması kadar doğal

Zamanın kendisinden doğanın zamana sarılması

Yani değiştirenin değişimin kendisi olması

Nasıl bronz dönerse parlak renginden yeşile

Nasıl kerpiç yıkılınca dağ olursa

Mantar da sardığını mekâna

Yıktığını toprağa verecektir.

Zamanın ve mekânın hâkimi

Altın kapının bekçisi sultanın

Miselrizom han ve hanımlarına hediyesidir

Göçer mantarlar ulağı öpmeye doyamamışlar

Başlamışlar tüyden ince kumdan çok kollarını

Yeryüzüne salmaya

Konarlığı ve sonsuzluğu adeta yıkmaya adeta söz vermişçesine

Köprülerin ayaklarını ve otoyolların altlarını

Binaların temellerini ve su tesisatlarını

Kale duvarlarını ve kent surlarını

Başlamışlar sarmaya

Ve sardıkça ölür olmuşlar öldükçe çoğalır

Uyuyup bekleyip ıslak karanlıkları

Bahar sabahlarında yol almışlar

Tünellerde yuvalar ve yeryüzünde mantarlar oluşturmuşlar

Sultanın emriyle yere bir bahçe kurmuşlar

Unutanlar ne götürmüşse onlardan

Unutanların ötekisi ne varsa yani

Ötekilerin ötekisi tabiata bir sunak adamışlar

Ötekilerin kendi olabildiği bir sunak…