Yazar: Melisa Manduz
Editör: İpek Çakmak
Görsel Tasarımı: Buket Özkılınç

Hızlı hızlı eve yürüyordu ki, bir gürültü duyar gibi oldu. Sonra ne görsün: Jandarma, sağlık ekipleri ve tüm kasaba halkı derenin kenarında toplanmıştı. Neydi bu kadar önemli olan, yıllardır tek bir yaprağın bile oynamadığı bu yerde tüm hayatı durduracak kadar büyük ne olmuş olabilirdi? Annesi fırına göndermişti onu; ama meydan boş, dükkanlar kapalıydı. Sebebini öğrenmek için meraklı kalabalığa yaklaştıkça kargaşanın sesi arttı. Ambulans sireni, çığlıklar… Tüyleri diken diken olmuştu bile. Bağıra bağıra ağlayan kadını tanıdı, Fadime teyzeydi: Şeyma’nın annesi. Yoksa Şeyma’ya mı bir şey olmuştu, demeye kalmadan kanlar içinde uzanmış arkadaşını gördü boynunda kırmızı şalıyla. Birden içine oturan koca taş yüzünü buruşturdu, arkadaşının köprüden düştüğü o küçük an gözünün önüne gelir gibi oldu ve saniyeler içinde kayboldu. Şalının havada savruluşu, bedenin dereye düşüşüyle çıkan kayalara çarpma sesi, sanki olay gerçekleşirken oradaymış gibi hissettirmişti. Tüm vücudu titremeye başladı, kalbinin atışı ambulansın sirenini bile bastırmaya yetecekti. Şeyma’nın yüzüne dalmışken yanındaki kadınların konuştuğunu fark etti, gencecik kız dün gece kıymış canına, diyorlardı. O an kalabalıktan birinin ona suçlar gibi baktığını hissetti. Başını öne eğdi hemen. Kafasını tekrar kaldırdığında diğer insanlar da ona bakıyordu sanki. Şeyma’ya son kez göz ucuyla bakıp oradan uzaklaştı. Kanlı beden bir türlü aklından çıkmıyordu, dereye çarpmıştı ya da biri mi atmıştı? Evet, evet, kesin biri atmıştı. Ama neden yapsın ki ya da kendine neden bunu yapar ki bir insan?         

Kafasında dolu düşüncelerle eve geldi. Kapının önünde bekleyen annesi onu görür görmez babasına seslendi, sonra da içeri aldı. Kapıyı kapatıp bağrına bastı gözü yaşlı kızını. Sarılınca  hıçkırmaya başlayan kızının haline iyice üzüldüğünden sırtını sıvazlayıp bebekmişcesine öpüp kokladı. Bu hastalık mevzusu çıktığından beri ilgileri artmıştı zaten; ama annesinin okşamaları hep sakinleştirirdi onu. Kızını yatağa yatırıp defteri hatırlattı. Ne yaşarsan yaşa hissettiklerini ve deneyimlerini aynı gün içinde yaz, demişti doktor. Yatmadan yastık altına sakladığı defterini çıkardı. Bir de her gün yazıp bir önceki güne bakmaması, ay sonunda da tümünü baştan okuması gerekiyordu, denilene göre. Oysa hala hasta olduğuna inanmıyordu, hastaneye gitme süreci de çok sancılı geçmişti. Sadece annesi üzülmesin diye doktorun her dediğini yapmaya çalışıyordu artık. Başlarda seansları çok sıkıcıydı; çünkü kendisine sorulan sorulara cevap veremiyor, beynini yokluyor; ama sanki içi boşalmış ve tek bir kelime bile yokmuş gibi hissediyordu. Böyle hissettiğini söyledikten sonra unutmadan yaşadıklarını kaydetmesi için bu defteri vermişlerdi ona. Üç haftadır elinde olan defteri her gün doldurmaya çalışıyordu. Ayın sonunda birlikte gözden geçirip hastalığının ilerleyip ilerlemediğini kontrol edeceklerdi, tabii gerçekten hastaysa. 

Akşamüstü arkadaşının cansız bedenini görünce neler hissettiğini, sonrasında yaşadığı tuhaf dejavuyu ve en sonda da meraklı kalabalığın ona suçlar gibi baktıklarını titreye titreye not etti. Sabah olduğunda uyanmak istemedi ve ondan sonraki sabahlarda da… Neredeyse bir haftadır yataktan çıkmaz olmuştu, çıkmaya da korkuyordu. Başlangıçta anlayışla karşılayan annesi, durumun kötüleştiğini görünce zorla okula göndermeye karar verdi.

 Nazlı bitkin hissediyor, dersleri de dinleyemiyordu. Aklında hep tek bir görüntü ve derenin akan sesi gelip gelip gidiyordu; ama netlik de yoktu. Kendini suçluyordu içten içe, sebebini ise bir türlü bulamıyordu. Kafasında bu sorularla dalgın dalgın sırasında otururken yanında aniden Salih belirince sıçradı ve korkuyla baktı ona. Elindeki katlanmış kağıdı uzatatak, “Bunu sen düşürmüştün okul kapısında, arkanızdan koştum ama köprüye varmadan kaybettim izinizi. Hava kararmışken neden o yoldan gittiniz, hem sizin eve uzak kalmıyor mu?” diye sıraladı söyleyeceklerini. Nazlı anlam veremedi, neyden bahsediyordu bu çocuk? O yolu hiç kullanmamıştı ki, hem gece vakti orman yolunun çok korkunç olduğunu biliyordu. Ona da oradan hiç geçmediklerini söyledi. Salih’in kafası karışmıştı, gördüğüne emindi; ama kızın da hiç yalan söyler gibi bir hali yoktu. Çocuk ayrıldı yanından; ama Nazlı onun söylediklerine inanmıyor, yine de bir türlü kendine gelemiyordu. Zil çalınca kalktı yerinden. Annesi bahçe kapısında bekliyordu, koluna girip götürdü onu ama bin pişman oldu kadın; çünkü kız sabahkinden de kötü gözüküyordu. Öğrenmek istedi; ama ağzını bıçak açtığı yoktu ki. Salih’i aylardır seviyordu Nazlı, oysa küçüklüğünden beri elinde ne var ne yoksa alan Şeyma, ondan önce davranmıştı yine. Küçükken en sevdiği pembe elbisesini de zorla giydiği gibi. İçi parçalanmıştı o zaman, kasabanın her yerinde Şeyma’yı aramış görse parçalamak istemişti. Onca yıl geçmesine rağmen hala düşünürken sinirleniyordu. Aklından bunlar geçerken annesi de defteri hatırlatmaya çalışıyordu, “Ayın da son günü bugün.” Sanki olay yaşandığından beri herkes üstü kapalı konuşuyor kimse açıkça söylemiyordu söylemek istediklerini. Bilinmezliğin içinde kayboluyormuş gibi hissetmeye başladı. Sonunda annesi, yaz mutlaka bugünü, dedi, yarın doktora gideceğiz. Defterden de bıkmıştı artık! Buruşturup atmak istedi. O ne düşünüyordu, annesi ne? Neydi derdi defterle bu kadar?

Gün sonunda odasında yalnız kaldığında uyku bastırdı. Yine de mor sayfaları karıştırmaya başladı. Okudu, okudu… Bitirdiğinde şok içindeydi, ne kadar buz kesildiğini bilmiyordu ama bir an sonra defteri attı elinden. Vücudunun her hücresi titremeye başladı bu sefer de. Kalbinin atışını yan odadan anne ve babası duymasın diye yastığıyla bastırdı ama duyulmayacak gibi değildi. Tüm kasaba bu sesle çınlıyordu sanki. Bir an önce durdurmalıydı yoksa uyanacaktı herkes. En kötüsü Salih de kalkıp yanına gelse nasıl bakardı yüzüne? Acaba her yaptığını görmüş müydü yoksa sadece birlikte yürüdüklerini mi biliyordu?  Nasıl unutmuştu olanları, nasıl yapmıştı? Yoksa gerçekten hasta mıydı? İkisini birlikte gördüğünde kontrolünü kaybetmiş, okul çıkışı Şeyma’yla köprünün kenarına geldiklerinde onu acımasızca itip bir anlık rahatlamıştı ama suya çarptığını duyar duymaz da koşarak kaçmıştı. Şeyma kaybolursa onunla birlikte olacağını sanmıştı ama ne Şeyma kaybolmuş ne de Salih onunla olacaktı. Sabah anne ve babasını odasında; perdenin tahtasında asılı beyaz vücudu ve yerde yırtık mor kağıtlar karşıladı.