Bir Delinin Sabah Yürüyüşü

Yazar: Onur Kılınç
Editör: Gizem Köroğlu

Her gün kafasına estiği saatte kalkardı. Bugün de erken kalkacağı tutmuştu. Havanın da güneşli olması buna sebepti. Güneşli havalarda bir sabah yürüyüşü yapardı çünkü. Öyle geç saatlere kadar yatamazdı güneşli günlerde. Sahile gider oradaki bankta otururdu biraz. Gelen geçene bakar, kendi kendine konuşurdu. Dönerken de bakkal Ahmet’e uğrardı. Kahvaltılık bir şeyler alır, deftere yazdırırdı aldıklarını. Parası olduğu nadir zamanlarda ise cebinden çıkarır öderdi. Ha bir de bir köpek vardı. Adı Panço. O da takılırdı peşine. Ondan başka kimse dinlemediği için onunla istediği konu hakkında istediği kadar konuşurdu. Panço da dinlerdi. O da kafasına göre takılırdı zaten. Bir bakmışsın aşağı sokağa gitmiş, bir bakmışsın bir dişi köpeğin peşine takılmış.  

Bugün biraz farklıydı. Hava güneşli olmasına güneşliydi ama nedense içindeki dışarı çıkma isteği her zamankinden fazlaydı. Ya da ona bugün diğer günlerden farklıymış gibi geldi. Evden çıkmadan evvel banyodaki aynada kendine baktı. Saçı sakalı uzamıştı. Tıraş olsam, diye düşündü. “Aman tıraş olsan ne yazar!” dedi kendine ayna karşısında. Kapıya yöneldi sonra. Ayakkabılarını ve her zaman ki yürüyüş kıyafetlerini giydi. 

Alışkanlıklarını bozmazdı pek. Adeta alışkanlıklarını devam ettirmek için yaşıyordu. Hatta bir gün Panço’ya -kendi kendine- “Yaşamaya o kadar alıştım ki artık sırf alışkanlık oldu diye yaşıyorum.” dedi. Evet, galiba buydu. Yaşama amacı diye bir şey yoktu. Her şey sadece bir alışkanlık olmuştu. Bakkal Ahmet veya Manav Ali de alışkanlığını bozamadığı için yaşamaya devam ediyordu. Yaptıklarımıza, yaşadıklarımıza alışınca gerisi geliyordu. Bir yerden sonra onları devam ettirmek için yaşıyorduk. Panço kafa sallamıştı o böyle söyleyince. Bu sefer içinden, “Sanki dediklerimi anlıyorsun köpecik.” demişti. 

Sokak kapısından çıktı ve derin bir nefes aldı. Biraz serindi bugün. Saçları savruldu rüzgârda. Soğuk havayı ciğerlerine çekerken Panço’yu aradı gözleri. Islık çalmaya başladı göremeyince. Islık sesine geliverirdi Panço. Ama bir terslik oldu, gelmedi. Gelmediğine göre bir terslik olmalıydı aslında. Hiç geç kalmazdı. Beş dakika ıslık çalarak bekledi lakin bizim köpecik yoktu. “Hiç böyle yapmazdı. Ne oldu acep?” diye mırıldandı. Beklemekten sıkılmıştı. 

“Bana oyun mu yapıyorsun? Hadi neredeysen çık gel!”

“Panço bak gidiyorum. Bu sabah sensiz yürürüm ona göre.”

Panço gelmedi. 

”Aman gelmezse gelmesin, onsuz da yürürüm.” 

Yürürken hep önüne bakardı, bugünse arkasına bakmaktan iki kere tökezlemişti. Sahile sağ salim gelebildiğinde, bir baktı ki bankta oturan birisi var. Kapüşonlu bir kadın. Tamam, Panço olmadan sabah yürüyüşünü yapabilirdi belki ama o bankta oturmadan olmazdı. Bu yürüyüşleri yapmazsa zaten yaşamasının da anlamı yoktu ona göre. Alışkanlıklarını bir kadın için bozamazdı. Hem de hiç tanımadığı bir kadın için. Mahallede ilk defa görüyordu. Montu hiç tanıdık değildi. Birine kızmış olmalı, diye düşündü. Etrafına bakındı, sanki biri çağırmış gibi. Sonra banka doğru yürümeye başladı. Sigara içiyordu kadın. “Belli, kesin birisi üzmüş.” diye içinden düşündü. 

“Oturabilir miyim?”

“Efendim?”

“Boş mu, oturabilir miyim?”

“Evet, evet tabii ki.”

“Biraz dalgın…” söylemekten vazgeçti. Dalgınsınız diyecekti ama şimdi ne lüzumu vardı. Ama her seferinde bu bankta otururken Panço’yla bol bol muhabbet ederdi. Ağzını açmazsa, tek bir söz söylemezse olmazdı yine. Boğazını temizledi ve,

“Biraz dalgınsınız galiba?”

“Evet, dünyadaki herkese küsüm ben.”

(Ne oldu da herkese küsmüştü ki? Panço da gelmedi hala. Herkese küstüm dedi acaba benimle konuşur mu ki? Ben her sabah burada kendi kendime Panço’yla konuşurum desem dinler mi beni?) 

Kararsızdı. Beş on dakika öylece oturdular. Kadın iki sigara içti o süre boyunca. İkisi de denize bakıyordu. Dalgalar kayaları yavaş yavaş törpülüyordu. Neden sonra konuşmaya karar verdi. Ona her şeyi anlatacaktı. Her sabah buraya geldiğini, kimse dinlemediği için Panço’yla dertleştiğini… Belki o da küsmekten vazgeçerdi. Ama ya bana kızarsa ya anlatacaklarım çok manasız gelirse? O zaman ne yaparım ben? Anlatsam mı? Evet anlat, derin bir nefes al ve başla. Ama ya kızıp çekip giderse? Ya da benden sıkılıp kusura bakmayın, ben herkese küsüm derse?

“Benim bir arkadaşım var, adı Panço. Onu gördünüz mü buraya gelirken?”

“…”

“Her sabah onunla burada oturur dertleşirdik. Beni dinlerdi her sabah. Böyle kahverengi biraz hantal bir köpecik.”

“Köpecik?”

“Evet, Panço benim en iyi arkadaşım. Lafımı hiç bölmeden dinler. Beni anladığını düşünürüm bazen. Çok mühim konulara girince dediklerimi onaylarcasına kafa sallar hatta. Ama nedense bu sabah ıslık çaldım o kadar, gelmedi. Yıllardır otururdu benimle bu bankta.”

“Ben gelirken hiç köpek görmedim. Ama bir tane kedi gördüm. Siz gelene kadar onu seviyordum.”

(Kesin deli olduğumu falan düşünmeye başladı. Ben Panço’yla iyi anlaşıyorum. Tıpkı onun gibi yıllardır insanlarla konuşmuyorum. Ben deliysem o hayli hayli deli olurdu.)

“Onun yerine bugünlük sizle konuşsam olur mu?”

Yüzünde ne evet ne hayır anlamına gelecek bir ifade vardı. Sadece sigarasını içiyordu.

“Olabilir. Siz iyi birine benziyorsunuz.”

“Sizce ben deli miyim?”

“Siz, hem iyi hem de delisiniz.”

Böyle söylemesi rahatlatmıştı onu. İkisi de gülmüştü hem. (Hani insanlara küsmüştü? Basbayağı benimle gülüyor şu an.)

“İnsanlara küstüm dediniz.”

“Evet, çünkü hiçbiri kafasındakileri tam olarak söyleyemiyor. Hep bir şeyleri saklı tutuyor. Kimi zaman doğru kelimeleri seçemiyor ve yanlış anlaşılıyorlar. Ben de artık kimseyle konuşmamayı seçtim. Hem onların dilinden bir şey anlamıyorum. Konuşmaları çok yabancı geliyor.”

“Panço gelseydi onunla tanıştırırdım sizi. O öyle diğerleri gibi değildir. Sizi dinler. Hatta severdi bile sizi. Ama ne yazık ki siz de görmemişsiniz onu.”

Bir süre sessizce oturdular. Islık çalmaya başladı. Derken arkadan pati sesleri duydu. Kafasını çevirdiğinde Panço’yu gördü. Bekliyordu, hemen yanaşmadı yanına. Yabancı kadından çekiniyordu belli ki. 

“Tam zamanında geldin Panço. Biz de tam senden konuşuyorduk. Hadi gelsene.”

Panço ayaklarının dibine geldi, ayakkabısını ısırdı. Paçalarını kokladı. Yanındaki kadın az önceki yüz ifadesini hiç bozmadan oturmaktaydı. Dalmış olmalıydı. Gözü uzaklara bakıyordu.

“Bakın Panço geldi!”

“…”

“Hadi Panço, merhaba de. Ver patini. Korkma bir şey yapmaz Panço.”

Kadın başta afalladı. Adamın eliyle gösterdiği yerde bir şey yoktu. Ama bozuntuya vermeden sanki orada gerçekten bir köpek var gibi davrandı.

“Merhaba Panço. Ben senin en iyi arkadaşınla tanıştım az önce. İnsanlara küsmüştüm ama onun sayesinde yıllardır süren küskünlük bitti.”

Çok mutlu olmuştu. Yıllar sonra gerçekten yüzüne bir neşe gelmişti. Heyecanlanmıştı hayatında ilk defa. Tam teşekkür edecekken… 

“Siz benim hayatımı kurtardınız. Bir deliye can borcum oldu. Soracaksınız niye diye. Siz sormadan anlatayım. Ben sadece insanlara küsmemiştim. Hayata küsmüştüm. Yaşamaktan vazgeçecektim. Ama olmadı. Beş dakika geç gelseydiniz çoktan atlamıştım aşağıya.”

Eliyle gösterdi kayalıkları kadın. Tam yaşamak bir alışkanlık bakın benim tüm yaşamım bu alışkanlığı devam ettirmek üzerine, diyecekken kendini tuttu. Bir şey söylemedi. Hayatında ilk defa yeni bir şey yapmıştı. Panço da o anda kaybolmuştu. Tekrar ikisi sessizce denizi izlemeye daldı. İkisinin yüzünde de gülümseme vardı. 

(Çok garip bir gün.)

“Efendim, bir şey mi dediniz?”

“Bugünün ne kadar garip olduğunu diyordum kendi kendime.”

“Evet öyle.”