Engel Olamadığım Bazı Şeyler

Yazar: Sude Bayraktepe
Editör: beyza Öz
Tasarımcı: Efecan Yıldırım

Merak etmiyor değilim açıkçası. 

Hiç başına geldi mi? Hissettin mi hiç, hissettiklerimi? Tam olarak aynısını hissetmemiz mümkün değil tabii biliyorum ama sana da bir şeyler normal gitmiyormuş gibi gelmiyor mu? Merak ediyorum. Gün normal seyrinde ilerlerken, kendini gündelik rutinin akışına bırakmış bilinçsizce bir şeylerle uğraşıyorken hiç anlamlandıramadığın bir anda kalbin, miden tiksinti dolu bir rahatsızlık hissiyle dolup taştı mı?

Sakin bir ruh halinde elini yanağına yaslamış durgun durgun dışarıyı izliyorken zamansızca gelen bir burkulmayla allak bullak oldun mu hiç? Ya da kağıda boş karamalar yapıyorken, her zaman çıktığın o yokuşu çıkarken, sandalyenin tepesinde ileri geri sallanıyorken, otobüs camına başını yasladığında, dişlerini fırçalarken, günün ilk sigarasını yaktığında, aynada kendinle göz göze geldiğinde, hiç beklemediğin savunmasız bir anında kalbini yakan, mideni bulandıran, gözlerini yaşartan o duyguyla karşılaştın mı? 

Şimdiye kadar sürüne sürüne peşinde koştuğun hayallerin, dik durabilmek için başkalarını karşına aldığın düşüncelerin, bazen ise sadece var olabilmek için göstermek zorunda olduğun çabanın sönüp gidişine tanık oldun mu?  Kendinle bir tutup üzüntülerini benimsediğin insanların, başarı için katlanırım dediklerinin ne kadar anlamsız olduğunu fark ettiğinde şimdiye kadar önemsediğin her şeyin gözlerinden birer birer kayıp gidişini izledin mi?

“İnsan” olmayı tanımlarken hayvanlarla insanlar arasındaki farklardan ilerler herkes nedense. İnsanı insan yapan şeylerin hayvanların gerçekleştiremediği bilişsel ve duyuşsal becerileri gerçekleştirebilmek olarak değerlendirirler. Düşünmek, konuşabilmek, bir şeyler hakkında çıkarımda bulunmak, bazen kendi çıkarlarını geri plana alıp başkalarını gözetebilmek, diğer insanları önceliklendirme inceliğini gösterebilmek… Bunlardan hangisi tam olarak insanlık tanımına giriyor emin değilim. Hatta bu tanımlara göre bazen karşımdaki canlı, insan mı değil mi karar veremiyorum. Bahsettim ya, her geçen gün doğru olduğunu düşündüklerimin ne kadar yalan ve sahte olduğunu görüyorum. Artık kesin yargılara sahip olamıyorum bu yüzden. Tam anlamıyla yapmak mümkün olmasa da her düşünceye ömrümde ilk defa duyuyormuşum gibi yargısız yaklaşıp tekrar değerlendirmeye çalışıyorum.

Hayat için çizdiğin yollardan emin olamadığın oluyor mu senin de? O kadar fazla seçenek var ki. O kadar farklı karakterler olabilme şansımız var ki… Ya binlerce olasılık arasından bana pek de uygun olmayan bir yolu seçtiysem? Ya gerçekten mutlu olamadığım insanlar arasında zaman kaybediyorsam? Yanlış kişilerden doğru hamleler bekliyorsam? Çocuksu bir bilgisizlikle hiç beklememem gereken insanlardan ilgi, sevgi, şefkat, sadakat bekliyorsam? Olabilir mi? Küçükken yetişkinler hep kendinden emin görünürlerdi. Doğru olandan emin, tereddütsüz… Hangi durumlarda ne yapılması gerektiğini çok iyi biliyor gibilerdi. Şimdi yaş aldıkça artık beklentimi oldukça düşük seviyelere çektiğim ilişkilerde yaşadığım hayal kırıklıkları, yaşam kalitemi etkileyecek boyutta seçimlerimi sorgulamama sebep oluyor. Ana karakteri oynadığım bu filmde maruz kaldığım yüksek tatminsizliğin mantıklı açıklaması budur belki de. Belki bu yüzden dar bir mutluluk çemberinde kuyruğunu yakalamaya çalışan köpek yavruları gibi canları sıkılmadıkça ve problemlerin ucu onlara dokunmadıkça mutlu olan herkes bir yana, iyi ve güzel şeylerin uzakta olduğuna inanıp mutlu olmayı başaramayan ben diğer yandayım.

Bilemiyorum, belki de hangi yolu seçersem seçeyim bu düşünceler yakamı bırakmayacak. Her zaman bir şekilde daha fazlasını isteyeceğim. Daha memnun olacağıma inandığım senaryoyu arayacağım. Çünkü binlerce tereddüt ve bilinmezlik arasında her şey yeni tecrübelere yer açmak üzere bir şekilde silinip gitse de, son bulmayacağına emin olduğum tek şey “arama” isteği. İstesem de istemesem de peşimden düşmeyecek, bir şekilde burnumda biten sevgili arayış…

  İddia edilenin aksine insan olmak böyle bir şey sanırım. Ne yaşanırsa yaşansın anlam arayışından vazgeçmemek… Başına ne gelirse gelsin ertesi sabah güneş doğmaya devam ediyor. Yeni bir gün başlıyor. Milyonlarca insan sorgulamadan rutinlerine devam ediyor. Atomik güçle saniyeler içinde dümdüz olmuş şehirler itina ile baştan inşa ediliyor. Ve ne yaşamış olursan ol nefes almaya devam ettiğin sürece “arayış” da var olmaya devam ediyor. 

Sorulara cevap arayışın, kendini bulmaya çalıştığın o arayış, evrendeki amacını, bu düzendeki işlevini arayış, insanların bedenlerinde güzel bir ruh arayış, daha iyisini daha doğrusunu arayış, asla açmayacağını bildiğin numaraları tekrar tekrar arayış…

Belki de hayıflanmayı bırakıp bu arayış kavramıyla uzlaşmayı denemek gerek. Şu ana kadar temelli gitmediyse ömrünün geri kalan kısmında da ani bir kararla tası tarağı toplayıp gitmeyecek gibi. Kabullenmek gerek artık ‘arayışı’. Ne dersin? Daha ılımlı yaklaşıp aslında yaşam gücünün temelini oluşturduğunu fark etmek gerek. Çünkü cam kırıklarıyla dolu bu yolda ayakların kanaya kanaya yürürken bazen arkandan itip seni düşüren bazen de önünü göremediğin karanlık yollara girdiğinde yoluna ışık tutup devam edecek gücü bulmanı sağlayan tiksinti dolu arayış, bizim gibiler için sancılı da olsa sonsuza dek vazgeçilmez bir gerçek olmaya devam edecek.