Nevi Şahsına Münhasır Çırak
Editör: Gizem Köroğlu
Tasarımcı: Dide Sevinçok
”Hayat ileriye bakarak yaşanır, geriye bakarak anlaşılır.” demiş Kierkegaard.
Bu sözü okuduğumda bir şeyleri anlamış olarak mı yaşamaya devam ediyorum diye düşünmedim değil. Geçmişi anlamak ileriyi yaşamayı kolaylaştırıyorsa, ileriyi yaşayamayan geçmişin denklemini çözmeliydi. Zor olduğuna eminim fakat geçmişimi çözmem gerekliydi.
Cesaret, insan popülasyonunda nadir bulunan bir erdemdir (Erdem kısmı tartışılabilir.). Eğer bir birey geçmişiyle yüzleşmeye cesaret edebiliyorsa geleceğine birkaç satır tuğla örmeye başlamıştır. Sebepler, sonuçlar, hayaller, ümitler, yok oluşlar, terk edilişler, ölümler, zulümler… Ne kadar da geçmişi andıran kelimelerdir bunlar. Oysa hepsi içinde bir parça gelecek barındırır. Ve insan aslında fark eder ki örülen tuğlaların altında hayaller gizlidir. İlk aşk, ilk öpüş, ilk yakarış, ilk ayrılık. Her başlayan yeni bir günde, her konulan yeni bir tuğlada o ‘ilk’ler, etkisini kaybetmeye mahkûmdur. İç savaş verir duvarı ören çırak ve her hamlesinde emeklerini gözyaşlarıyla taçlandırır. Akan her gözyaşında biraz daha güçlenir bilekleri, daha az acır kalbi; çünkü yükseldikçe duvarlar, her şey altta-en altta-kalmıştır, eskide, çok geride.
Zamanın rüyadaki gibi hızlı geçtiğini fark eder çırak. Artık acıları daha da hafiflemiştir. Artık düşünmekten ziyade yaşamaya başlamıştır. Artık tek istediği önündeki şu yarım kalan duvarı örüp, gitmektir. Çünkü artık akıtacak ne gözyaşı kalmıştır, ne de duyulacak nefret. Kızgınlıklar unutulmuş, yerini ise geride kalan her şeyin üstünü örtüp ileriye bakarak yaşamaya karar veren bir birey almıştır.
Günler, geceler geçmiştir, kaç tane hiç anlamadan. Duvarın bitmesine bir sıra kaldığını fark eden çırağın geriye dönüp baktığında kimi zaman duvarı yıkmak istediği olmuştur. Eski günlere dönmek, yerin altında kalan her şeyi çıkarıp öpmek, onlara tekrar sahip çıkmak istemiştir. Fakat fark eder ki bu sahip çıkış tek kişiyle mümkün olmayacaktır. Bırakır ve o son sırayı örmeden uyur, uyur, uyur…
Kalkmalıdır artık. Geçmişine dair son yüzleşmeyi yapıp son tuğlayı koymalıdır. Büyük cesaret ister bu son hamle. Ümidinin karşısına geçip hiçbir şey olmamışçasına, onu belki de son defa göreceğini bilerek her hücresine bakar. Geriye sadece elini sıkıp ayrılmak kalmıştır. Ve bir ümit böylece yiter gider.
Fakat geriye kalan ne üzüntüdür ne kin ne de hırs. Geriye kalan sadece iyi dilek ve saygı… Bizim çırak aslında fark eder ki elini sıktığı bu ümit ona son tuğlayı uzatmıştır. Evine döner, bahçesindeki duvara bakar daha sonra elindeki tuğlaya. Artık ne ağlıyordur, ne de kızıyor. Artık tek bildiği şey yarım kalan işini tamamlaması gerektiğidir.
Giyer yırtılmış eldivenlerini, alır harcını tuğlasını, gider, duvarın sol üst köşesinde kalan yere istifler. Sonra oturur karşı banka, yakar bi’ dal cigara, dumanını derince içine çekerken bir damla yaş akar. Üzüntüden değil, kendine duyduğu saygıdan. Her zerresini düşünerek, yaşayarak, hissederek ördüğü duvar artık onun için bir kalkan olmuştur. O artık bir çırak değil, usta olmuştur. Geçmişinden ders alıp, onunla büyüyüp harmanlanan bir usta.
Ve ben bugün son tuğlamı koydum o duvara, tıpkı bizim çırak gibi.
Ve ben geriye bakarak anladığım şeyler sayesinde hayatımı ileriye bakarak yaşamaya karar verdim.
Ve eğer sen bunu henüz yapamadıysan, geçmişine bak, son parça tuğlanı saklayan ümidini bul, onu al ve ileriyi yaşa.