Varoluşçu Psikoterapi

Yazar: Hümeyra Civelek
Editör: Aslı Akbaş
Tasarım: Bediha Kellecioğlu

Varoluş ve Psikiyatri, Engin Geçtan’ın uzmanlık alanı olan psikiyatri disiplini çerçevesinde yazdığı, şimdilerde birer klasik haline gelmiş olan dört kitabından (Normaldışı Davranışlar, İnsan Olmak, Psikanaliz ve Sonrası, Varoluş vePsikiyatri)sonuncusu. İki ana bölümden oluşan eser yalnızca psikoloji alanındakileri değil, meslek dışından olan okurları da kendisine çekecek bir yalınlığına ve anlatım zenginliğine sahip.

Kitabın birinci bölümünde Freud’dan başlayarak psikanalizi kuram ve yöntem açısından özetleyen Geçtan, varoluşçu felsefenin psikiyatriyle buluşmasının İkinci Dünya Savaşı sonlarına rastladığını ifade eder.1

“Aslında varoluşçuluk ve psikanaliz aynı kültürel ortamda doğmuştur” der Geçtan.2Rollo May’e göre Kierkegaard, Nietzsche ve Freud birbirlerinden habersiz, benzer sorunları oldukça benzer biçimde tanımlamışlardı. Varoluşçu ekol belirli kişilerin değil, çağın bir gereği ve ürünü olarak ortaya çıkmıştır.3

Özgürlük ve Sorumluluk

Varoluşçu düşünce Kierkegaard’a dayandırılır. Anksiyete kavramını Freud’dan önce ilk ortaya koyan Kierkegaard olmuştur. Kişinin esasen tamamen özgür olduğunu, hayatını kendisi nasıl var ederse öyle olacağını idrak etmesi kaygı uyandırır. Nitekim, Kierkegaard anksiyeteyi “özgürlüğün baş dönmesi” olarak tanımlar.4Kişinin imkanları ne kadar çeşitliyse ve özgürlük potansiyeli ne kadar fazlaysa anksiyete de o kadar fazla olacaktır.5

Bir olasılık denizi içerisinde yüzen insanın seçim yapması, seçimlerinin sonuçlarını göze alması ve “Varoluş özden önce gelir” ilkesi gereğince varoluşunu bizzat inşa etmenin sorumluluğunu üstlenmesi beklenir. Çoğumuz bu sorumluluğun ağırlığını taşımaktansa özgürlüğümüzü feda etmeyi yeğleriz. Kendimizden daha büyük, davranışlarımızı belirleyecek, vicdanımızı üstlenecek ve bizim adımıza karar verecek kurumlar, otoriteler, mitoslar ya da gelenekler arar veya yaratırız. Dünyayı sanki bizim yaratımızdan bağımsızmışçasına yaşar ve tecrübe ederiz. “Gelenekler bireyin kendini var etme sorumluluğunu hafifletir ama karşılığı özgürlükten vazgeçerek ödenir.”6

Ontolojik Suç

Özgürlüğün baş dönmesinden ve sorumluluğun ağırlığından kaçınmanın bedeli suçluluktur. Yeni bir varoluş potansiyeli içeren her durumdan kaçınmanın/olabileceğimizden daha azı ile yetinmenin yarattığı ontolojik suçluluk, toplumun değer yargılarına uygun davranmadığımızda yaşanan suçluluk hissinden farklı olarak kişinin kendi varoluşunun gerçeklerinden haberdar olmasından kaynaklanan bir olgudur.7

“İnsanın varoluşu ona yalnızca verilmemiştir, odan istenir de. İnsan varoluşundan sorumludur ve kendisiyle ne yapmış olduğu ona sorulduğunda cevap vermekle yükümlüdür. Bu soruyu ona yönelten kendi yargıcıdır, yani kendisi. Böyle bir durumda anksiyete yaşanır: göreli bir deyimle, suçluluk anksiyetesi.”8

“Hepimiz otantik olma potansiyelimizi yaşantıya dönüştüremediğimiz oranda suçluyuz.”9 Böylesi bir suçluluk hissi varoluşçu psikoterapide danışanın otantik benliğine ulaşabilmesi için olumlu ve yapıcı bir güç olarak görülür.

Otantik Olma

“Otantiklik” varoluşçuluğun önemli meselelerinden biridir. Heidegger, insanın iki farklı şekilde var olduğunu savunur: “Varoluşun dalgınlık durumu” ve “varoluşun farkındalık durumu”. Varoluşun dalgınlık durumundaki bir kimse ‘şeyler’ ve ‘ötekiler’ dünyasında yaşar. Gündelik yaşama teslim olup yaşamını seçimleriyle yönlendirebileceğinin farkında olmadığı bir dünyada yuvarlanıp gider. Varoluşun farkındalık durumunu yaşayan biri ise “otantik” yaşayan kimsedir. Geçtan’ın ifadesiyle “Kendini var etmiş ve var etmekte olduğunun farkındadır (…)mutlak özgürlükle ve hiçe indirgenme riskiyle yüzleşir. Bunlarla yüzleşmenin anksiyetesini de yaşar ama ancak böyle bir varoluş içinde kendini değiştirme gücünü bulur.”

Ölüm

Ölüm otantik bir yaşamı sürdürebilmek adına en önemli motivasyonlardan biridir. Ölüm korkuları ile yaşamazlık arasında doğrudan bir ilişki vardır. Irvin Yalom, kült eseri Varoluşçu Psikoterapi’de kişiyi ölümle burun buruna getiren travmatik tecrübelerin danışanların zihninde yaşamdan keyif alma noktasında nasıl olumlu dönüşümlere yol açtığına dair birçok vaka örneği sunar.

Ölüm anksiyetesi varoluşçu ekole göre birincil anksiyete kaynağıdır. Fakat çok geçmeden, Yalom’un ifadesiyle “yeni açığa çıkmış bir oksijen gibi hızla başka bir şeye dönüşür”. Burada Kierkegaard’ın korku ve anksiyete arasında yaptığı ayrıma geliriz: Korku somut ve tehlike içeren bir şeye karşı duyulan bir duygu iken, anksiyete somut bir nesneye yönelmeyen ruhsal bir durumdur. Belirsizliğe ve bilinmezliğe karşı duyulan ölüm anksiyetesi hemen bilinir, somut nesnelere yönelen korkuya dönüşür.

“(…) Rollo May, ‘Anksiyete korku olmaya çabalamaktadır’ sözüyle aynı şeyi ifade etmektedir. Eğer hiçbir şey korkumuzu bir şeyden duyulan korkuya dönüştürebilirsek kendimizi korumaya yönelik bir çaba içine girebiliriz-yani ya korktuğumuz şeyden kaçar, ona karşı müttefik arar, onu yatıştırmak için büyü ayinleri geliştiririz ya da onu ortadan kaldırmak için sistemli bir saldırı planlarız.”10

Varoluş ve Psikiyatri’ye Dair Son Birkaç Yorum:

Engin Geçtan, eserinde yer yer varoluşçuluk ile Doğu felsefeleri arasında bağ kuruyor. İnsanın doğaya egemen olma çabalarının onu doğadan kopardığı ve kendine yabancılaştırdığı fikrinin her ikisi tarafından da savunulduğunu ifade ediyor ve ekliyor: “Doğu düşüncesi hiçbir zaman Batı’da yaşanan özne-nesne düalizminin kurbanı olmamıştır. Varoluşçuluğun aşmak istediği şey işte bu düalizmdir.”

Doğayı ve insanı parçalara bölerek anlamaya çalışan, varoluşu yalnızca bilişsel yaşantının nesnesi olarak gören anlayışa bir tepki olarak ortaya çıkan varoluşçulukta ve varoluşçu terapide insanın bir “süreç” olması vurgulanır. İnsan gerçekliğin soyut bir biçimde algılandığı bir sistemin parçası değildir. Gerçekliği bizzat tecrübe eden ve yaratandır da. Geçtan buradan yola çıkarak bir savunma mekanizması olarak meseleleri entelektüalize etmenin tehlikesine dikkat çekiyor. Doğayla ve çevresiyle bağ kurma yetisinden yoksun insanın yaşanan yabancılaşma ve kopukluğu mantıksal formüllerle ve soyut kavramlarla telafi etme eğiliminin giderek arttığını ifade ediyor.

Varoluş ve Psikiyatri, Engin Geçtan’ın varoluşçu ekolün temel meselelerini felsefeden psikolojiye çok geniş bir skaladaki önemli isimlere atıf yaparak açıkladığı bir çalışma. Konu başlıkları altına serpiştirdiği klinik vaka örnekleri haricinde sık sık kendi özel yaşamından kesitler sunması ve mesleki yolculuğunda yaşadığı tecrübeleri büyük bir içtenlikle anlatması eseri yalnızca psikoloji öğrencileri için değil aynı zamanda sıradan okuyucu için de keyifli hale getiriyor. Varoluşçu ekole dair daha kapsamlı ve sistematik bir okuma için Yalom başta olmak üzere Geçtan’ın atıfta bulunduğu isimlerin izini sürmek yol gösterici olabilir.

1 Engin Geçtan, Varoluş ve Psikiyatri, 11. Baskı, Metis Yayınları, 2021, sf. 33

2 Geçtan, 38

3 Geçtan, 33

4 Burada Kierkegaard’ın anksiyete ile patolojik/nevrotik anksiyeteyi kastetmediğini hatırda tutmak gerekir.

5 Kemal Sayar, https://kemalsayar.com/insana-dair/varoluscu-psikoloji-acisindan-anksiyete#:~:text=Anksiyete%2C%20Kierkegaard’a%20g%C3%B6re%20′,de%20o%20kadar%20fazla%20olacakt%C4%B1r.

6 Geçtan, 67

7 Geçtan, 47

8 Paul Tillich, Olma Cesareti

9 Geçtan, 199

10 Irvin Yalom, Varoluşçu Psikoterapi, 1. Baskı, İstanbul, Pegasus Yayınları, 2018, sf. 67