Uyku Portresi
Editör: Aslı Akbaş
Fotoğraf Kaydı: Saadet Atmaca
Uykuya daldı. Bir süredir kafasını dolduran anlamlandıramadığı düşünce bulutu uykusunu zehre çevirmeye başladı. Bir süredir kafasında bu esrarengiz bulut yer kaplıyordu. Ama uykusunda ilk defa buna bu kadar yoğun bir şekilde maruz kaldı. Dayanamayıp fırladı yatağından. Garip şekilde ışığın zerresinin olmadığı şehre bakarken neye uğradığına şaşırdı. Hiç böyle görmemişti şehri. Cam kenarına oturdu üzerine bir yorgan alarak. Düşen kar tanelerinin birbiriyle olan dansını izlerken dalıyordu. Düşündü. Üniversiteye yeni başlamış, tek başına yaşayan, bu zamana kadar yaşadığı hayattan çok daha alakasız bir yaşama girişmenin şokunu atlatamamış biri olmak onu çok yoruyordu. Bundan sıkılmıştı. Çok sıkılmıştı hem de. Ama yapabileceği bir şey yoktu. Bu durumu yaşayacağını tahmin ediyordu. Bu yüzdendir ki bütün sıkıntılarını normal karşılıyordu, Ta ki o sıkıntılar uykusunu bölene kadar. Uykudan hiçbir zaman haz etmezdi. Ölüme yaklaşmak onu rahatsız ediyordu. Onun için uyku, ölümün herkes tarafından tanınan sevimsiz kuzeniydi. Ama alması gereken uyku bölününce de sorunlarına bir yenisi eklendiği için daha da huzursuz oluyordu. Uykusunu bölen o sorun ne bilmiyordu. Genelde de böyle olurdu zaten. İçi bir şeyler yüzünden rahatsız olur ama asla sebebini bulamazdı. Yalnızdı. Belki de sorun buydu. Arkadaşı yoktu. Aslında vardı ama yokmuş gibi hissediyordu. -Klişelerin en klişesiydi bu duygu. O da klişelerden nefret eder, sırf bu yüzden yaşadığı duygulardan utanırdı.- Arkadaşlık ilişkilerine çok yabancıydı. Çok uzun süre gerçek bir arkadaşı olmamıştı. Belki de bu yüzden arkadaşı yok gibi hissediyordu. Çevresindeki herkes yanında olduğunu söylüyor, destek olmaya çalışıyordu ama o bu söylemlerde asla samimiyet görmüyordu. Ailesiyle hiçbir zaman anlaşamazdı. Genel olarak kimseyle anlaşamazdı. Hayatındaki bütün sorunları kimseyle anlaşamamasına bağlardı. İnsanlar onunla konuşurken onu duyardı ama dinlemezdi. Bu durum onu çok yoruyordu. Uykusunu bölecek kadar yoruyordu. O farkında değildi belki ama artık içten içe anlaşılmak istiyordu. Uykusunda bile anlaşılmak istiyordu. Bundan çok mahrum kalmıştı. Bir ergenin anlaşılma merakı değildi bu. İnsanlardan beklediği muameleyi bulamayınca gittikçe daha da içine kapandı. Bir süre önce yapısına ters gelip artık ondan bir parça olan özelliklerden sadece biriydi bu. Artık bir şeyleri değiştirmesi gerektiğinin farkındaydı. Çok uzun süredir bunun üzerine düşünüyordu ama sadece düşünüyordu. Hiçbir fikri yoktu. Nereden başlamalı, nasıl bir yol izlemeli, hiçbir şey bilmiyordu. O kadar fazla düşünmesi gereken, gerekmeyen şey vardı ki kendi sınırlarını zorluyordu. Belki de sınırlarını genişletiyordu bir yandan. Bunların hiçbirinin etkisinin tek yönlü olması beklenemezdi değil mi? Şehre bakmaktan sıkılınca bir şeyler çizmeye karar verdi. Lambasını yakmaya üşendiği için sokak lambasının ışık hüzmelerinin artıklarından yararlanıyordu. Zar zor gördüğü kalemini eline aldı. Çizim yapmak ona içindeki tanrıyı dışarı çıkartma şansı veriyordu. İstediği her şeyi yapabilirdi tek bir kalemle. Ama duygusal yapısı bu isteklerinin önüne geçiyordu. Zihni istediğini değil hissettiğini çizmesi için onu zorluyor ve kibarca kısıtlıyordu. Her güne bir otoportre çiziyordu. Gelenek gibi olmuştu bu. Ruh hali nasılsa onu yansıtan bir çizim yapıyordu. Rahatça o istediklerini çizeceği günleri iple çekiyordu. Tam bu sebeptendir belki de kendini iyi hissetmek istiyordu. Elindeki tek özgürlüğünü kendisi kısıtlıyordu. Başladı karalamaya. Kalemi çizim yaparken kendisine bir bilinç kazanıyordu. Çizimi yapan o değildi artık. Göz altları, dünya savaşlarından miras kalmış bir çukurdan hallice; saçları,yıkıcı bir nükleer bombanın mantar bulutuna özenmiş halde; surat ifadesi, savaşın bitip bitmediğinden habersiz savaşmaya devam eden askerlere benzer olan bir karakter çıktı ortaya. Bu çizimini de bitirdikten sonra hep yaptığı gibi çöp kutusunun yanına fırlattı. Otoportrelerine duygu hali değişince bakamazdı o yüzden bir köşede birikirlerdi. Çizimini bitirince artık gözleri kapanmaya direttiği için uyumaya karar verdi. Bu sefer uykusunun bölünmesini istemiyordu. Yattı.
Uyandığında her tarafı karlı görmek mi mutluluk verirdi insana yoksa yeryüzünün çirkinliğin beyaza bürünüp yok olması mı? Bu soru aklını hep kurcalardı. Kar yağışını bir kurtuluş olarak görür, her zaman bekler, yağdığı zaman da içi hep huzurla dolardı. Belki de sebebi kar yağışının dışarının ruhsuzluğunu kapladığı gibi içindeki karamsarlığı da kaplamasıydı. Tüm karabulutların zihninden ayrılıp gökyüzüne yerleşmesini görmek de bu etkinin bir parçasıydı.