Yazar: Atakan Kollu Tasarımcı: Ceren Ağça İnsanlar sosyal canlılardır. Bin yıllardır bir grubun bir parçası olmuşuzdur ve diğer insanlarla iletişim kurmuşuzdur. Bu ortak yaşam ve iletişim dönemin ihtiyaçlarına göre değişmiştir. Günümüzden binlerce yıl önce korunma ve karnımızı doyurma gibi amaçlar güdüyorken günümüzde kültürel etkileşim, onaylanma ihtiyacı, duygularımızı paylaşma gibi amaçlar güdüyoruz. Hem günümüzde hem de binlerce yıl öncesinde, farklı amaç ve teşviklerle olsun insanın daima bir bütünün parçası olmak istemiştir. -Bu yalnızlığı kötülüyormuşum gibi algılanmasın.- Her bireyin bir gruba katılırken ki amacının...
Yazar: Ömer Kaygusuz Tasarımcı: Melisa Erce Koştu, koştu, koştu… Koşmaya devam etti. Uçsuz bucaksız bu yolda koşan gencin ismi Hüseyin’di. Hüseyin koşuyordu ancak neden ve nereye koştuğunu bilmiyordu. Tüm gücüyle, tüm benliğiyle koşuyordu. Hızlandıkça daha da hızlanmak istiyor, bir sınırı yokmuş gibi geliyordu kendisine, hiç koşuyormuş gibi de hissetmiyordu aynı zamanda, daha çok uçuyor gibiydi. Ne bir yorgunluk belirtisi, ne bir nefes düzensizliği, ne bir ağrı. Yanından geçen ağaçların hızına bakılırsa, oldukça hızlı olduğu söylenebilirdi. Ara sıra nereye ve neden gittiği gibi...
SessizlikYazar: Çağan Oğuzhan Cantürk Tasarımcı: Anıl Aydınoğlu Seviyordu. Çakmağı eline aldı. Parmağını sürtmesiyle çıkan anlık cızırtıyı, sonrasında sahneye çıkan o küçük alevin dudaklarının önünde dans edişini seviyordu. Buruk bir tebessümle, selam vermeksizin sahneden inercesine acele, o dans edişini… Ve anlık cızırtıyı da seviyordu. Hem de yeni kararmış gökyüzünün sessizliğini dinlerken daha çok seviyordu. Bulutlardan gelen… Şu kasvet yüklü, kurşuni bulutlardan, rüzgârın karanlıklara sürdüğü… Rotasız, darmadağın… Bir tane daha kalmıştı. İçer miydi onu da peşine? Bunu zaman gösterecekti. Beş dakikalık kısa bir zaman....
Yazar: Ada Özceçelik Tasarımcı: Bilge Ceren Ay Temmuzun ortasında iki hafta, evimden uzakta. Hava bunaltmakta, binbir sıcaklığıyla. Neden geldim ki buraya, yanımdaki evhamlı adamla. Tutamadığımız sözlerin sıkıntısını, yapamadığımız işlerin ağırlığını bırakarak evde. Biz düştük deniz derdine. Madem geldik denize kadar, hadi dedik içelim şu serinliğini. Soğutmak için şüphelerimizi. Meğer o da bizim gibi, tekdüzelikten terlemiş. Olmadığı bir üstünü giymiş. Ben de dedim o zaman çay demleyeyim. Denize de ikram edelim. Koyarken düşüverdi içine elim. Daldırdım da diğer elimi, yetmedi bir de kendim girdim. Alamadım da...