Berlin Duvarı Mektupları
Editör: Elif Başer
Tasarım: Aylin Altunsöz
Okuyacaklarınız; bir postaneye iki farklı tarihte, kime yazıldığı belirtilmemiş ve sonradan da saptanamamış iki mektup bırakan bir gencin satırlarıdır.
İlk mektup, 12 Ağustos 2021
Berlin Duvarı, aynı özü paylaşan iki parçanın ne olursa olsun zamanı geldiğinde bir araya geleceğini gösterir. Benim gözümdeyse iki tarafın bir olmasını var gücüyle engellemeye çalışan, mutlak bir bariyeri temsil ediyor. Gücü aşılabilir, ancak her yiğidin harcı değil, harcı olana da her zaman nasip değil. Örneğin, Berlin Duvarı Almanya’da değil de başka bir coğrafyada yapılsaydı bugün bile ayakta kaldığına şahit olabilirdik. İnsandan insana bu metaforik duvar da daha uzun ya da daha kısa süre ayakta kalabiliyor.
Çok iyi bildiğin idealim, duvarı zaman kaybetmeden yıkıp yeniden ana öze kavuşmayı arzulardı. Meğerse duvarın çatlakları duvar hakkında gözümü boyamış.
Günümüzde çatlaktan karşı tarafta göz gezdiren kişinin karşılaşacağı şey; bireyler uğruna değil karşılıklı ilkel tatmin uğruna işleyen, idealizm çıkışlı bir hayalperest curcunası. Özünü paylaştığın kişiye veya fikre açılmıyor, hele ruh ortağına hiç.
Çatlakların illüzyonunun sizi götürdüğü sonuç; biraz kurnaz kafa yapısına sahip herkesin kestirebildiği ama çoğu zaman hormonal dengesizliklerin baskın gelip yaptırdığı, mantığa zıt seçim silsilesinin ürünlerinden biridir. Bazen bu sonuçla, mantığa asabiyetle zıt gitmek yerine sabırla meydan okunduğunda da karşılaşılabilir.
Benim görüşümde, kendimi senaryoya dahil edersem, bireyin çatlaklardaki kısık ışığı özünün biricik ortağı varsayıp adım atması saçmalığın daniskasıdır. Çatlağın başına her önlemi almış bir yiğit koyduğunuzda adım atmanın gözden geçirecek olurluğu tabii ki vardır, olasılık olasılıktır ancak yine de bu olasılık yüksek midir, sanmıyorum.
İkinci mektup, 18 Ağustos 2021
İdeal dünyamda seni bekleyeceğimi, kısık bir yaz esintisi yerine sonsuz rüzgarım olmayı seçebileceğini söylemiştim. Tabii, farklı bir dilde. Belli mi olur, belki üçüncü bir dilde daha baştan anlatırım bu dediklerimi. Hangi dili anlıyorsun bilmiyorum sonuçta. Denemekten başka yol yok. Elbette sonsuz rüzgar formunu almak için mevcut formundan hem senin hem de benim vazgeçmemiz gerekiyordu. Ödenmesi gereken bir bedeldi. Her ne kadar ideallerimde sonsuza dek hayatta kalacak olsan da bu bedel yerine getirilmeli.
Yaşadığımız evren benim ideal silsileme göre dönmüyor, bu da benim gerçekliğin peşinde koşmamı şart kılıyor –olur da benim asil Berlin Duvarım bir gün çatlaklarından isyan eder, iki parçayı ait oldukları tek öze kavuşturmak için kendini feda ederse senaryo değişir tabii, yine de kaderim koskoca Berlin Duvarı’na bu kararı aldıramadığı sürece yürümem gereken yol belli. Görünen köy kılavuz istemez. Kaderlerimizi kabul edelim, daha fazla vakit kaybetmek ikimizin de zararına. Artık mevcut formun konusunda bir karar vermek zorunda da değilsin. Ben çoktan bir karara vardım.
Sadece birkaç saniyeliğine bir ricam var. Özünle bağımı kadere bıraksam da senin idean hayatta kalacak, zihnimde ideanın kaybolmadığına dikkat et. İdean yüksek ihtimalle, maddesel özünü bu saatten sonra görmeyecek, her şeyin değişeceğinin farkındayım. Yine de zihin bu sonuçta, hayaller dünyasının ev sahibi. İki senaryoda da idea olan sen, kendine iyi baksın, bol bol gülsün ve gelişsin. İdea hazretleri halin uygun görürse benimle yapsın bunları tabii, kendimi hariç tutacak değilim. Senin için sorun olmaz gerçi, ufak bencilliklerin özünde en büyük fedakârlıklar olduğunu söyleyip durursun.
Anlaşılan demir alma vakti gelmiş, çenelerimiz düşmüş desene. Neyse, ilkel çıkarlar üzerine kurulmuş çatlakların illüzyonuna boyun eğmediğim için gurur duyardın nihayetinde. Göz boyayıcı çatlakları yok etmek kaderime bir gün el sallarsa aramızdaki duvarı yıkmaya hazır olacak kadar güçlenmem lazım, ufak bencilliğim duvarın büyük fedakârlığına yol gösterecek fena mı? Tam da senin hoşuna giden motifler bunlar, izleyecek şovun da olur artık.
Hiçbir nedeni olmasa da gerçekleşmesi gereken bu, İngilizlerin deyişiyle: for no reason at all. Kısakürek’ten bir atıfla sözlerimi bitireyim artık.
”Artık demir almak günü gelmişse zamandan,
Meçhule giden bir gemi kalkar bu limandan.
Hiç yolcusu yokmuş gibi sessizce alır yol;
Sallanmaz o kalkışta ne mendil ne de bir kol.
Rıhtımda kalanlar bu seyahatten elemli,
Günlerce siyah ufka bakar gözleri nemli.
Biçare gönüller. Ne giden son gemidir bu.
Hicranlı hayatın ne de son matemidir bu.”
Sevgilerimle,
İdealistin.