Çok Mu Abartıyorduk Acaba?

Yazar: Samet Tamer
Editör: Beyza Öz
Tasarımcı: Derya Tepe

Yürüyorduk, yine konuşarak yürüyorduk. Ne zaman yürümeye başlasak zihnimiz açılır, konuşmadan edemezdik. Hem de o gün konuşmamız gereken şeyler vardı, birbirimize anlatmamız gereken bir ton şey vardı. Anlattıkça işin içinden çıkamıyorduk, bir o tarafından bakıyorduk bir bu tarafından. Yaşadığımız dakikalarının etkisinden çıkamamıştık. Neden söylenmişti o söz, neden yapılmıştı o hareket, nasıl bu duruma gelinmişti, nedenler nasıllar… Açıklamaya çalıştıkça anlamaya çabaladıkça daha da büyüyordu gözümüzde yaşadıklarımız. Sanki az önce çok fazla şey yaşamış gibi bahsediyorduk. Sonra aklımdan çok başka bir soru geçti. Sebebini bilmiyorum ama sorgulama ihtiyacı hissettim. Durup dedim bi anda, “sadece 20 dakikalık bir konuşmayı, yaşanılan anı, düşünülen şeyi ne kadar çok abartıyoruz. Sahiden bu kadar kafaya takmalık ne vardı ki?” 

Böylesi durup bir anda söylenen sözlerin çarpıcılığını arkasına alan bu sorunun etkisinden kurtulamadık. Hakikaten bu denli kısa yaşanan şeyler üzerine düşünecek, tartışacak bunca şey var mıydı? Belki analiz etmeye belki sonrasını tahmin etmeye çabaladığımız uzun tartışmalar çok mu abartıydı? Acaba abarttığımıza değiyor muydu? Neden değsin ki ya da neden değmesin ki? 

Aydınlanma kıvılcımlarının durgunluğunu arkamızda bıraktıktan sonra devam edebildik ancak. Evet, biraz abarttığımız doğruydu her yaşanan anı analiz edelim derken. Fakat yine de evet ki sahiden anlaşılmayı bekleyen bunca şey vardı ve tüm çabaya değerdi. Çünkü ortada kocaman bir gerçek vardı. Hepimizin hayatında değer verdiği anıların ve olayların tamamının yalnızca birkaç dakikadan oluştuğu gerçeği…  Duygusal olarak etkilendiğimiz çeşitli anlar sadece saniyeler içinde yaşanmıyor muydu bazen? Türlü türlü fikirler zihnimizde şimşek gibi çakmıyor muydu bir anlığına? Çok uzun ömürlü kararlar karşılaştığımız o keskin kırılım noktalarında verilmiyor muydu? Zamanın içinde genişleyerek kendine açtığı alanda yaşanmıyor muydu önemli anılar? Hatta toplumsal meselelerde dahi geleceğin nasıl şekilleneceğini etkileyen olaylar sadece ve sadece birkaç saat içinde meydana gelmiyor muydu?

Öyleyse zamanı lineer algılamamıza gerek yoktu. Asıl doğal olan tüm her şeyi iç içe geçmiş şekilde ve kaotik algılamamızdı. Daralan ve genişleyen bir zamanın içinde yaşıyorduk. Asıl insana uygun olan buydu. Asıl zamanı yönetmek ve üstünde hareket etmek değildi yaşamak, zamanla bir bütün olarak içine dalmaktı. Derinlerdeki “an”lara ulaşmaktı gerçekten ama gerçekten yaşamak. Hayatın anlamının, hayattaki anlarda saklı olduğunu bilmekti esas olan. Yaşamda bizi var edendi bizi biz yapan olaylar.