Yazar: Mehmet Kaan İşletgeoğlu   
Editör: İpek Çakmak
Görsel Tasarımı: Tuna Gürcanok

Kerim hastanede uyandığında oraya nasıl geldiğine dair hiçbir fikri yoktu. Birileri tokmakla kafasına vuruyormuş gibi hissediyordu. Yavaşça, hareket etmeyi yeni öğrenirmiş gibi, ağrıyan başını pencereden yana çevirdi ve dışarıdaki yıldızları görünce yüzünü bir dehşet ifadesi aldı. Çünkü bu yıldızları uzaydan ve çok yakından, sanki teleskoptan bakarmış gibi net bir şekilde görüyordu. Aklına gelen ilk soru, nasıl olur da hala yanıp küle dönüşmediğiydi. Kafasındaki bulutlar aralandıkça bu düşünce yerini çığlık atma dürtüsüne bıraktı ve delirip delirmediğini merak etmeye başladı. Hisleri geri geldikçe yıldız ışığının vücudundaki sıcak okşamasını ve kafasındaki sargıların yumuşak dokunuşunu hissedebiliyordu. Biraz normal bir görüntü elde edebilmek için başını odadan tarafa çevirdi ve baykuş benzeri bir yaratıkla burun buruna geldi. Şu anki durumunda çığlık atmak zahmetli geldiği için soluk kesilmesiyle yetindi ve kendini yastığının içine çekti. Baykuş, keskin uçlu gagasının üzerinde yuvarlak gözlükleri bulunan, yıldız ışığını yansıtan lacivert cüppeler giyen tombul ve insan biçimli bir yaratıktı. Gagasını açmadan önce altın gözleriyle Kerim’e hafif ilgili bir bakış attı.

“Sonunda uyandın, öyle mi?” diye sordu Baykuş; derin, çınlayan bir sesle.

“Nasıl…” Kerim devam daha devam edemeden laflarını yuttu. En sonunda, “Buraya nasıl geldim? Burası neresi ve sen nesin?!”

“Önemli olan buraya nasıl geldiğin değil. Onun yerine burada yapacakların hakkında konuşmak isterim, eğer müsaade edersen.” diyerek sabırsız bir ötüş çıkardı Baykuş. “Görüyorsun ya, çok bilgilendirici bir deney için aday seçildin. En azından benim için bilgilendirici. Benim ne olduğuma gelince… Bir baykuş.” Sanki bu her şeyi açıklarmış gibi koltuğunda arkasına yaslandı.

“Öldüm, değil mi? Öldüm ve beni gideceğim yere göndermeden önce Allah benimle dalga geçiyor.”

“İstersen buna inanabilirsin. Sorunlarınızla başa çıkmanıza yardımcı oluyormuş diye duydum. Kurallara gelince…” diye konuşmasına devam edecekti Baykuş. Sesi, işe yeni başlayan bir amatöre işin püf noktalarını açıklayan birinin çokbilmiş edasına dönmüştü. Kendini bulunduğun deneyden kurtarmaya çalışmadan dünyanı istediğin gibi değiştirebilirsin. Kendinin, dünyanın, tarihinizin ve hatta başkalarının herhangi bir yönünü değiştirebilirsin. Siz insanların da dediği gibi, dünyayı oyun alanın olarak düşün.” dedi Baykuş, sanki söylediği her şey normal, aynı zamanda basitmiş gibi.

“Sen delirmişsin! Aslında seninle gerçekmişsin gibi konuştuğuma göre ben de delirmiş olmalıyım. Teşekkürler; ama ben şimdi uykuma dönüp normal bir hastanede uyanacağım.”

“Eğer faydası olacağını düşünüyorsan buyur.” dedi Baykuş, umursamazca omuz silkerek. “Sen uyanır uyanmaz burada olacağım ve inan bana bir uyku seni diğerinden daha fazla iyileştirmeyecek.”

Kerim, tüylü bir kabus şeklindeki hemşiresine çoktan yarı yarıya inansa da yatağına geri yaslandı ve gözlerini kapadı. Kafasında fırtına gibi kopan düşüncelere rağmen uyku ona şaşırtıcı biçimde kolay geldi; ancak uyandığında her şey aynı Baykuş’un dediği gibiydi. Hatta Kerim’e göre odadaki hiçbir şey değişmemiş görünüyordu. Temiz ve beyaz hastane yatakları, sterilize edilmiş hava, tepesinde dikilen iri kıyım Baykuş sanki bir santim bile kıpırdamamıştı. Dışarıdaki yıldızlar dahi aynıydı. Kerim, kendisine merakla bakan Baykuş’a sinirli bir ifade attıktan sonra homurdanarak, “Pekala. Eğer buraya bir daha gelmemi engelleyecekse o zaman sanırım annemin kanserden kurtulmasını dilerdim. Hastane masraflarını karşılamak için çift vardiya çalışıyorum; ama yine de daha iyiye gitmiyor olduğunu görmek… Zor.” Son kelimede sesi çatladıysa da Baykuş pek fark etmemiş gibiydi. Kerim anında zihnindeki değişikliği hissetti. Sanki kafasında küçük bir pencere açılmıştı ve bu pencereden annesini net bir şekilde görebiliyordu. Sadece net değil, sağlıklı. Annesi mucizevi bir şekilde iyileşmişti ve doktorlar dut yemiş bülbüle dönmüştü. Çoktan bu olağanüstü olayın kredisini üstlerine almak için didişmeye başlamışlardı. Kerim’in vücudundan bir heyecan dalgası geçti. Gerçekten işe yaramıştı! Baykuş’a kaçamak bir bakış daha attı. “Neden bana böyle bir güç verdin ki? Benim nerem özel?” Kerim onda, kendi türü arasında neşeli kabul edildiğini düşündüğü bir yüz ifadesi sezdi. Baykuş yumuşak, öter gibi bir sesle “Seçilme sebebinin temelinde tam olarak bu var.” dedi. “Yani diğer insanlardan anlaşılabilir hiçbir farkın yok. En azından tarihinizin diğer belirgin figürlerine kıyasla. Sanırım senin aklında da bunlar vardı. Sonuçta, türünün sıradan bir örneği olarak yapacakların bize göre istisnalardan daha önemli.”

Yatağında dik bir şekilde uzaydan gelen beyaz tüy yumağı yoldaşını dinleyen Kerim iç çekerek kendini yatağına geri attı. “İyi, madem dünya hakkında istediğim her şeyi değiştirebiliyorum, o zaman hiçbir insanın hastalanmadığı hatta para harcamak zorunda bile olmadığı bir dünya yaratacağım. Suçlar olmayacak, suç işlemeye ihtiyaç da olmayacak. Dünyadan hiçbir şey esirgemeyeceğim.”

“Nasıl istersen…” dedi Baykuş. Kerim dünya barışı mı istemiş, dünyanın yok oluşunu mu, onun için hiç fark etmez gibi görünüyordu. Böylece dünya Kerim’in gözlerinde bir kere daha değişti. Bu dünyada kimse aç değildi. Kimsenin herhangi bir eğlence dileyip hayal kırıklığına uğradığı yoktu; ancak kısa sürede sorunlar baş gösterdi. Kerim’in o an tahmin edemeyeceği problemler bir anda bariz bir şekilde burnunun ucunda belirmişti. 

Bütün arzuları Kerim tarafından karşılandığından dolayı bu yeni dünyanın gelişimi akıl almaz bir felce uğramıştı. Zorluk ve mücadele yoktu. Dolayısıyla gelişim ve büyüme de yoktu. Elbette her türden bilim ve sanat ortaya çıkmıştı. Sokaklar heykellerle sıralanmıştı ve müzik havayı dolduruyordu. Karmaşık yapıda reaktörler muhtaç olan herkes için sınırsız miktarda enerji üretebiliyordu; ama Kerim’e göre bunların hepsi anlamsızdı. Heykeller ve müzik hiçbir hikaye anlatmıyor, hiçbir bakış açısı ve mücadeleyi yansıtmıyordu. Sadece bayat mavi bir gökyüzüne yükselen, çığlıklar atan bir kakafoni eşliğinde boş suratlar kazıyan daha da boş suratlar vardı. Tanrılarının bilmelerini istediğinin ötesinde bir hayal güçleri olmadığı için kavrayabildikleri tek şey makinalarının dişlileri ve vidalarıydı. Kalpleri ve zihinleri dövdükleri çelikten ya da şekillendirdikleri taştan farklı değildi. Burada çalıştılar ve yıldızların arasındaki bir adamın planlarını yüklendiler. Kendini daha da mükemmelleştiremediği için sadece değiştirilemez halini sürdürebilen mükemmel bir düzen. Kerim böyle bir şeyi dünya için ne hayal etmişti ne de dilemişti.

“Aaa!” diye şaşırdı Baykuş. Belli ki Kerim’in görebildiği her şeyi o da görebiliyordu. “Türünün diğer üyeleri gibi sen de düzen ve istikrar istiyorsun. Anlaşılabilir bir durum. Buna rağmen rahatsız olmuş görünüyorsun. Bu yaptığınız seçimlerden hoşnut kalmadığınızda yaptığınız yüz ifadesi, öyle değil mi?”

Kerim sinirle iç çekti. “Eğer içinde mutlu edebileceği kimse yoksa cennet yaratmanın ne anlamı var ki? Düzeltebilirim ama! İstediğim her şeyi değiştirebilirim. Sadece doğru yolu bulana kadar biraz denemem lazım.”

Değişimin rüzgarları tekrar dünyayı sardı. Kozmozun özünden titanlar yaratmak için hikayelerden bir goblen örüldü. Titanlar çarpıştı, şarkılar söyledi ve yaratılışa haykırdılar; ama en sonunda düşerek Yer, Deniz ve Gök’e yer açtılar. Yer inleyerek, Gök gürleyip fısıldayarak ve Deniz çalkalanarak kendi efsanelerini anlattılar. Dünya’nın eriyik kabuğundan taze çimlerin üzerindeki çiğe kadar her şeyin bir anlamı vardı. Çoktan göçmüş kahramanlardan asırlar önce ölen devlere kadar insanlara efsanelerden bir miras kalmıştı. İnsanoğlu hem içeriden hem dışarıdan birçok canavarla göğüs göğüse gelmekteydi; ama bu dünyanın kusurları kısa sürede belirginleşti. Kahramanın yaptığı her şey yıldızların arasındaki tanrılarının isteklerine bağlıydı. Bütün kaderleri adamın aklındaki taşların üzerine kazınmıştı. Ormandaki cadı daima zalim ve kötü kalpliydi. Değişip tövbe etmekten acizdi. Kuledeki prenses sürekli kendisini kurtaracak bir prens beklerken kulesinden asla çıkamadı. Yaşlı, bilge adam asla ölerek muradına eremedi. Böylece Kerim’in karakterleri ondan nefret etti ve adını lanetlediler. Oynadıkları roller giderek daha çarpık ve art niyetliydi, kaderlerinden kaçma istekleri de bir o kadar kuvvetli. Gökteki Adam’a karşı ayaklanıp onu kalplerinden söküp attılar ve oluşan boşluğu arzuladıkları değişim rüzgarlarıyla doldurdular. Bunu yaparak zalim ve gelgeç düzenbazlara dönüştüler. Kerim hastane penceresinden bu insana bile benzetemediği yaratıkları izlerken küplere biniyordu.

“Ne şahane bir sonuç!” diyerek öttü yanından Baykuş. Arkası Kerim’e dönük bir halde pencereden bakıyordu. Sonra Kerim’e dönüp tatminkar bir ifadeyle gagasını tıkırdattı. 

“Buna şahane mi diyorsun? Onlar için inşa ettiğim her şeyi yerle bir ettiler!” dedi, Kerim. Yatağından fırlayarak örtüleri, yastıkları dağıttı.

“Ve bunu yaparak kendilerine özgü bir gerçeklik yarattılar. Açıkçası bunun yapılabileceğine dair hiçbir fikrim yoktu. Bak sen şu işe!” dedi Baykuş bir kez daha pencereye dönerek.

“Onlar için daha iyi bir dünya yaratmaya çalışıyorum. Varlıklarının bir şeyler ifade edebileceği bir yer; ama bu yaratıkların ne olduğunu bile anlayamıyorum. Peki öyleyse, madem savaş istiyorlar, onlara istediklerini verip yeniden başlayacağım. Bu sefer gerçek insanlarla.” dedi ve eli pencere pervazında Baykuş’un yanına yaslandı.

Bir anda gök sessizleşti ve denizler bile kendi içlerine çekilmiş gibi göründü. Yer çatladı, yükselen ateşlerin arasından demirden boynuzlara, derimsi kanatlara ve dikenli mızraklara sahip yaratıklar peydahlandı. Denizlerden leviathanlar yükseldi ve bütün şehirler devasa dişlerinin arasında kayboldu. Kerim’e isyan eden yaratıklar efsunları ve hileleriyle karşı koymaya çalışsa da sonunda iradeleri kırıldı ve yok edildiler. Zira bu değişim hepsinden daha kudretliydi. Yakında dünya tekrar ‘Gökteki Adam’a aitti ve savaşçıları dünyada kalarak yeni insanlarına daha iyi bir geleceğe doğru rehberlik ettiler. Dağlara güçlü kaleler ve düzlüklere muhteşem metropolisler dikildi. En vahşi ve zorlayıcı yaratıkları ehlileştirip işe koştular. Dünyanın eski sakinlerini köleleştirip terör ve umutsuzluk yayacak kuşatma makineleri yapmaya zorladılar. Gökteki Adam’ın bıraktığı ateşten gelen savaşçılar tıpkı ilk dünyadaki gibi düzenin varlıklarıydılar; ancak onlar bu düzenin bir parçası değil, uygulayıcılarıydı. Fatihler de, köylüler de kırbaçların eziyeti altında, kurdukları yeni hiyerarşileri için çalışmaktaydı. Zaman içerisinde bu uygulayıcılar rehberlik görevini unuttular. Hapishane gardiyanına dönmüşlerdi artık. Bir güvensizlik döngüsünü sürdürerek sefil bir dünya düzeni kurdular. Bu, yaratıcılarının kurtarmaya çalıştığı insanlara karşı güvensizliğiydi.

Kerim kusma dürtüsüne karşı koyarak yatağının baş ucuna çöktü ve ayaklarına bakarak yaşanan her şeyi sindirmeye çalıştı. Arkasından Baykuş, gür bir sesle, “Cesur bir girişim!” dedi. “Belki bu sefer farklı bir açıdan yaklaşsan?” diye de ekledi, tereddütlü bir şekilde. 

“Hayır,” dedi Kerim kararlı bir edayla. “Yeterince denedim. Belli ki bu işte berbatım ve ayrıca anlamı ne ki? Denediğim her şey başka bir probleme yol açıyor. Artık çok yoruldum. Bütün bunların beni bu kadar yorduğunu hiç fark etmemişim.” dedi. Bir savaş gazisi gibi kafasını kaldırıp Baykuş’a çaresiz bir bakış attı. “Bu, böyle dünya kurmaya çalıştığım ilk sefer değil aslında. Küçükken legolarla oynardım. Her zaman eksik bir parça veya henüz çıkarmadıkları bir şeyler olurdu. Hiçbir şey yeterli gelmezdi, tamamlanmış olsa bile. Bu da öyle hissettirdi. Belki beni bu yüzden seçmişsindir?” diyerek Baykuş’a umursamaz bir edayla sordu; ancak sonra, “Fark etmez. Benim işim bitti. Deneyin sonuçlandı. Dünyayı aynen olduğu gibi bırakacağım… Tamam, belki annem iyileşmiş kalabilir; ama o kadar.” diyerek Baykuş araya giremeden sözünü bitirdi.

“Benimle pazarlık mı ediyorsun?” diye sordu Baykuş, eğlenmiş bir ötüşle. “Kabul edilebilir. Deneyimize katıldığın için bunu ödemen olarak kabul edebilirsin. Siz insanların zamanınız karşılığında almayı sevdiğiniz şey bu değil mi? Hadi bakalım gidebilirsin.” diyerek kanatlarını iki kez çırptı. Etrafa dağılan tüyler Kerim’in suratına çarptı ve daha sonrasında kendini yerde, normal bir hastanede gözlerini açarken buldu. Dışarıda harika ama tamamen sıradan bir hastane avlusu görünüyordu. Kozmosun geleceğine hiçbir etkisinin olmayacağını bilmenin rahatlığıyla derin bir iç çektikten sonra tekrar yumuşak yastıklarının arasına gömüldü ve uyumaya devam etti. Çoktan iyi hissetmeye başlamıştı.

Kapısının dışında at kuyruklu saçı grileşmekte olan uzun, zayıf bir doktor ile tıknaz ve kızıl saçlı bir hemşire konuşuyordu. “Haftalarca komada kalıp daha az önce uyanmış bir adama göre kontrolleri epey iyi geçti ” dedi sükunetle. “Dürüst olmak gerekirse adamın hala yaşıyor olmasına bile şaşırıyorum. O araba kazasından kurtulmak için çelikten yapılmış olmalı.”

“Evet, geldiğinde korkunç görünüyordu.” dedi hemşire heyecanla. “Tanrı’nın niye böyle şeylere göz yumduğunu sorgulatıyor insana, değil mi?” diyerek Kerim’in koğuşunun kapısını açtı.