Yazar: Gamze DinlerEditör: Gizem KöroğluGörsel Tasarım: Beyza Irmak Sonbaharın çiçekleri avuçlarında yetişirdi, Ve kulağımın arkasına iliştirirdin parmaklarını Bir papatya edasıyla. Bu şehirde, Kayıkların boyuna ters Uzun direkleri gülümsetirdi sanırım Ya da Erguvan dolu sokaklar da olabilir. Sıcak iklimin soğuk çimenlerinde Denize karşı uzanmışken Uzakları düşünmek… Akşam vakti serseri sokaklarda Bilmediğim caddelerde yürümek… Öyle bir an ki Yazmaya niyetlenirken yazdıklarımı sildiğim… Öyle bir an ki Ağlamanın gülmekten daha kolay olduğu… Hayran kalıyorum Ekim ayındaki haziran sıcağına. Yapraklar henüz düşmemiş, Kıyılar yosun kokusuyla kaplı… Böyle havalarda Şarap misali eskiyen o gün Daha bir tat bırakıyor damağımda. Birinde kaybolmak istiyorum, Onda yok olmak Nefes almak Ya da nefessiz kalmak. ...
50’liler MimarlığıYazar: Çağla KeleşEditör: Gizem KöroğluGörsel Tasarım: Şebnem Balım 50’li yılların hem Türkiye hem de dünya açısından çok kritik bir dönem olduğu söylenebilir. Şöyle ki; bu yıllar, 20. yüzyılın başlarından itibaren süre gelen modern mimarlığın tüm dünyada yayılıp üne kavuştuğu, aynı zamanda da bu popülerliğinin yavaş yavaş sönmeye başladığı dönemin başlangıç yıllarıdır. Modernizm ise, 1900’lü yıllarda başlayıp 60’lı yılların başına kadar kendini çok net bir şekilde sanatın her alanında hissettiren bir akımdır. Mimarlık açısından bakıldığında bir dönüm noktasıdır. Çünkü mimarlığın bugünkü...
Ay Işığı SonatıYazar: Uğur yaşarEditör: Beyza ÖzFotoğraf: Saadet Atmaca Bir nisan gecesi, hava soğuk; tek duyulan baykuşların kanat çırpışı, ağustos böceklerinin şarkısı ve sık sık gece yürüyüşlerine çıkan o adamın ayak sesleri. Ağaçlardan dökülen pespembe çiçekler ışığımın yansıdığı denize sakince düşüyor, sandallar ağır ağır sallanıyor. Sanki tüm şehir o adamla beraber aynı duyguları, kafa karışıklığını yaşıyor. Tüm şehir tanıyor onu ve bahtsız geçen günlerini, döktüğü göz yaşlarını. Haykırıyor sessiz çığlıklarıyla yaşadıklarını. Acaba bugün ne yaşamıştı, neye üzülüyordu? Her seferinde yaptığı gibi açtı daha...
SorguYazar: aslı AkbaşEditör: Beyza ÖzGörsel Tasarım: Saadet Atmaca Peki elleri tiyatroların Peki güzellemeler yazılmış uğruna Padişahlar, anlı şanlı kahramanlar Peki değiştirilmiş kitaplar Peki ben Uzanan geçmişe Bugünü uzatan, sulayıp sulayıp Ne emeklerle büyüten Ne olacak sakarlara Dizleri üstüne düşen karşısında Aşık güzellerin Peki diyarlara Unutulmuş, geride kalmış Kılı kırk yaran ustalara Peki bana Bırakıp doğal mucizelere ömrünü Uyuyan çimenler üzerinde Unutulmuş diyarlarda Peki sıkıcı evlere Sıkıcı duvarlara Arkasında ölmüş ruhların Kulak verilmemiş dileklerine Peki gezginlere Ya yiyen ya uyuyan Nice tembellere Ne olacak değişmemiş kurallara Sen sormazsan eğer Ben yazmazsam Ne olacak bu dünyaya ...
Bir Delinin Sabah YürüyüşüYazar: Onur KılınçEditör: Gizem Köroğlu Her gün kafasına estiği saatte kalkardı. Bugün de erken kalkacağı tutmuştu. Havanın da güneşli olması buna sebepti. Güneşli havalarda bir sabah yürüyüşü yapardı çünkü. Öyle geç saatlere kadar yatamazdı güneşli günlerde. Sahile gider oradaki bankta otururdu biraz. Gelen geçene bakar, kendi kendine konuşurdu. Dönerken de bakkal Ahmet’e uğrardı. Kahvaltılık bir şeyler alır, deftere yazdırırdı aldıklarını. Parası olduğu nadir zamanlarda ise cebinden çıkarır öderdi. Ha bir de bir köpek vardı. Adı Panço. O da...
Rus AvangartlarıYazar: ceylin Ceyda HündalEditör: Arda Demirkale, Reyyan Çulcu Avrupa modernizminin gelişmesinde oldukça kısa ömürlü iki akım vardı. Bunlar İtalya’daki ‘fütürizm’ ve Rusya’daki ‘konstrüktivizm’di. İki dünya savaşı arasında, bu yenilikçi iki akım uzun soluklu tartışmaları da beraberinde getirmiştir. Sanat anlayışları birbirine oldukça yakın olan bu iki akımın aydınları, siyasal görüşleri söz konusu olduğunda apayrı uçlara sürüklenmişlerdir. Rusya’daki konstrüktivizmi ve akımın alt yapısını hazırlayan avangart sanatçılarını anlamak için, öncelikte İtalya’daki fütürizme kısaca bir göz atalım. En basit haliyle fütürizm; sürekliliği, değişkenliği...
SankiYazar: Nilhan KayaEditör: Aybars Özmen, Reyyan Çulcu Sana siyahı nasıl hissettirebilirim?Belki de siyah diye bir şey yok, ikimiz hissetmedikçe onu. Var olmayacak bizsiz, hissiz.ahi siyah bir his mi veya hissetmek mi?Bir olgu mu oluş mu?Bir yana her şey, bu sabah kendimi hiç olmadığım kadar kahverengi hissettim. Yorgun ve bitkin…Sahi, kahverenginin suçu ne? Toprağın rengi olmasımı? Topraktan gelmiş olmamız mı, onu bu kadar yorgun yapan?Ben de senden geldim, sendeki içeri benim. Banasiyah demeye ne dersin? Renkler içinden gelen siyahlık…Evet, duygularım renklerle ilişkili....
Yazar: Mehmet Kaan İşletgeoğlu Editör: İpek ÇakmakGörsel Tasarımı: Tuna Gürcanok Kerim hastanede uyandığında oraya nasıl geldiğine dair hiçbir fikri yoktu. Birileri tokmakla kafasına vuruyormuş gibi hissediyordu. Yavaşça, hareket etmeyi yeni öğrenirmiş gibi, ağrıyan başını pencereden yana çevirdi ve dışarıdaki yıldızları görünce yüzünü bir dehşet ifadesi aldı. Çünkü bu yıldızları uzaydan ve çok yakından, sanki teleskoptan bakarmış gibi net bir şekilde görüyordu. Aklına gelen ilk soru, nasıl olur da hala yanıp küle dönüşmediğiydi. Kafasındaki bulutlar aralandıkça bu düşünce yerini çığlık atma dürtüsüne...
Yazar: Aybala HellagünEditör: İpek ÇakmakGörsel Tasarımı: Duru Gürbüz Ben hiç cenazeye gitmedim. Hiç, bir mezar taşının başında göğsümde kapanmayacağını bildiğim derin hasret kuyusunu, avuçladığım bir avuç toprakla doldurmaya çalışmadım. Sevdiklerimi benim yerime ölümün kucaklamasının acısı nedir, bilmem. Aynı bir insanın toprağa nasıl gömüldüğünü de bilmediğim gibi. Yanlış anlaşılmasın bu söylediklerim. Bilmek istediğim için söylemiyorum bunları. Mümkünse bilmek de istemem hatta. Gerçi, kim ister öyle değil mi? Benimki de laf işte. Peki ya neden mi söylüyorum? Az sabret. Buraya kadar kelimelerimin mezarlıkta...
Yazar: Ahmet Ebubekir SanEditör: İpek ÇakmakGörsel Tasarımı: Ekin Salih Kutlu Ellerim yine burada Yanında Yanları kara kalem izi Çok tatlı yârin dili Eğer düşersen yalnızlığa Gözlerini kapat ve gökyüzüne bak Ellerim uzanır ruhuna Çekerim yukarı Buluşurum dudaklarınla Al yanakların olur ateş Sol yanıma Ruhum alev alır şiir gibi Uçan bir güvercin gibi göğüs kafesine Ruhuna Bakmaktan kızaran gözlerim karanlığa Ağlamaktan solan küsüm yalnızlığa Sen hep ol yanımda Kalbimin içi kan yara Gel içeyim dudaklarından bengisuyu Sonsuza kadar yaşayayım dudaklarında Saçını koklasam bir dağın doruklarında Nefesim, kesilir sesim, gözlerim sel olur Düşer kollarına Tutsam bir kez elinden Kavrasam belini Bırak dursun göğsünde namahrem elim Öpsem bir kere günah...